1- Toplumsal ( Sosyal) Organizmacı Görüş.

İbni Haldun (1332- 1406) ve Auguste Comte (1798- 1857) başta olmak üzere çoğu sosyal tarihçi ve sosyologlara göre devletler de birer toplumsal ( sosyal ) organizma gibidir. Nasılki biyolojik canlılar doğar, büyür, yaşar, yaşlanır ve ölürlerse, devletler de öyledir. Doğarlar, büyürler, gelişirler, yaşlanırlar ve sonunda ölürler. Bir başka söylemle de varlıkları son bulur. Bu sosyologlar devletlerin doğumla başlayıp, eninde sonunda ölümle- yok olmakla sonlanan bu yaşam döngüsünü " organizmacı görüş " olarak tanımlarlar.

2- Mekanik Görüş.

Devletler için, biyolojik organizmaların yaşam döngüsünden esinlenen ve yukarıdaki kaderci (fatalist) görüşün tersini savunan sosyologlar ise " mekanik görüş " olarak adlandırılan yeni bir bakış açısı ortaya koymuşlardır. Mekanik görüşü savunan sosyologlara göre; evet bireyler ve toplumlar bir canlı organizmalardır. Ancak devlet, toplumun belirli siyasal, hukuksal, yönetsel, toplumsal, geleneksel ve kültürel...kurallar ve bağlar içinde ortaya çıkan ve toplumdan ayrı ve farklı bir üst örgütlenmedir. Devlet bir canlı organizma değil, cansız bir tüzel kişiliktir. Devletlerin ömrü birer biyolojik varlık olan insan ömründen bağımsızdır. Yani mekaniktir. Devletin ömrü biyolojik insan ömrü gibi son bulmaz. Çok uzun olabilir.

3- Değişim ve Dönüşümcü Görürüş.

Bu görüşü savunanlara göre, evrenin ve zaman kavramının doğuşu ile birlikte; cansız ve canlı her şey sürekli bir değişim, dönüşüm ve yeniden yapılanma içindedir. Aynı nehirdeki su ile iki kere yıkanılamaz. Bu bağlamda bireyler ve toplumlar da kendi iç dinamiklerindeki değiştirici etkenlere bağlı olarak değişir, dönüşür ve yeniden yapılanırlar. Bu değişim ve dönüşümlerdeki zorunluluklar devletleri de değiştirip yeniden yapılanmaya ve yeni õrgütlenmelere zorlar. Çağdan çağa geçiş ve çağlar arası farklılıkların ana nedeni toplumsal değişimdir.

Tarihten günümüze Toplumsal Yapılar:
A- Köleci Toplumlar.
B-Felsefe ve Bilgi Odaklı toplumlar,
C- Ahlak, Hukuk ve Adalet Odaklı Toplumlar.
D- Din ve Gelenek Odaklı Toplumlar.
E- Irka ve Kavimciliğe Odaklı Toplumlar.
F-Akıl, Bilim ve Teknoloji Odaklı Toplumlar,
G- Ekonomi Odaklı Toplumlar.
H- İnsan Hakları, Laiklik ve Demokrasi Odaklı Toplumlar... olarak belirginleştirilebilir.
Tarihsel süreçlerdeki değişim ve dönüşümler içinde, her devirdeki toplumsal yapının kendine göre bir devlet yapılanması da kaçınılmaz olur.

PEKI ÇAĞIMIZDA DEVLETİN KALICILIĞI NASIL SAĞLANABİLİR?

Çağımızın uygar toplumları, evrensel insan haklarına, hukukun üstünlüğüne dayalı laik, çoğulcu ve gerçek demokrasi talebi olan toplumlarıdır. Bu tür toplumları yönetecek devletlerin de mevcut çağdaş toplum talebine göre yapılanan bir devlet olması gerekir. Durum böyle olunca devletimizin kalıcılık ( beka) sorunu da;
Çağdaş, laik, demokratik, hukukun üstünlüğüne dayalı Türkiye Cumhuriyetini bütün kurumları ve kuralları ile sosyal adalet, ekonomik refah, adil bölüşüm, yurttaşların eşitliği, sevgi, barış ve kardeşlik içinde yaşatmaya dönüşür.
Irkçı, siyasal İslamcı, teokratik ve tarihin geçmişinde kalmış, devrini doldurmuş çağdışı teokratik, ulus egemenliğine dayanmayan, aile yönetimine dayalı siyasi rejimleri geri getirmeye çalışmak kalıcılık ( beka) sorunu olamaz. Tam bir geri gidiş olur.Bu durumu, yani tersine gidişi, benimsemek tarihsel gelişmeleri tersine çevirmek ya da suyu yokuş yukarı akıtmaya çalışmak demektir.

Devletin kalıcılık sorununu ortadan kaldırmak,
bölücü olmayı değil, birleştirici olmayı gerektirir. Her türlü etnik, dil, din ve mezhep ayrımcılığı ve yine her türlü ötekileştirici ve düşmanlaştırıci söylem ve eylemler devletin varlığı, birliği ve devamlılığına zarar verir. İnsanları, her türlü etnik, azınlık, din, mezhep...v.b. farklılıklarını ötekileştirip düşmanlaştırmak ya da varlığını yok sayıp toplumsal doku içinde eritip sindirmeye ( asimilasyona uğratmaya) çalışmak hem çok yanlıştır ve hem de çağdışıdır. Çünkü, çağımızın hukuki ve demokratik değerlerine uyarak, her türlü etnik azınlık ve dinsel farklılıklarla ayrışmaya değil kültürel ve toplumsal bütünleşme ve kaynaşmaya ( entegrasyona) gereksinim vadır.

Anadolunun geçmiş 1000 yıllık tarihsel, sosyolojik ve kültürel mirasına doğru ve yansız bakıldığında, ülkemizdeki tüm etnik, dinsel ve mezhepsel farklılıkların ortaklaşa bir imparatorluk kalıntısıdan gelen KAYNAŞIK (ENTEGRE) bir kültürel miras olduğu görülür.

SON SÖZ. Dincilik, ırkçılık, mezhepçilik ve her türlū etnik ayrımcılık söylemlerinin siyasilerce dillendirilip kullanılması devletin kalıcılık gereklerinin panzehiri değil, tam tersine, zehiridir. Bu tür ötekileştirici söylem ve eylemlerden uzak durmak lazımdır.

Şeyh Edebali diyor ki; " insanı yaşat ki devlet yaşasın".
Haz. Ali diyor ki ; " Devletin dini adalettir".
Toplumu ve insanı, ekonomik gönenç, (refah) barış, çağdaş demokrasi, liyakakat ve adalet içinde yaşatan devletlerin kalıcılık (beka) sorunu olmaz.