AŞK NEDİR? ZALİM BİR DİKTATÖR MÜ? YOKSA SIĞINILACAK VE HUZUR İÇİNDE SOSUZA DEK  YAŞANACAK GÜZEL BİR YUVA MI?

AŞK NEDİR?

Aşk; dil, din, ırk, renk ve cinsiyetten bağımsız olarak  kadın, erkek her iki cins için de geçerli; insalık tarihi boyunca  hep var olan ve vaŕlığını sürdüren  tanımlanması çok zor, karmaşık ve çok boyutlu bir olgudur.Aşkın kesin ve evrensel bir tanımı yoktur. Ancak aşık olan kişinin, aşık olduğu kişiye aşırı bir bağlanma, güçlü  bir arzu , frenlenmesi zor ve yakıcı bir duygusal yakınlık ve  önlenemez bir ilişki kurma içgüdüsü olarak tanımlanablir.

AŞKIN ÇEŞİTLİ YÖNLERI

a-Biyolojik açıdan aşk daha çok hormonal bir olaydır. Genellikle de vücuttaki depomin, oksitosin ve seretonin...gibi hormonların itkisi ve bu bu hormonların bedende ve zihinde yarattiğı değişmeler olarak ortaya çıkar. Akıl, mantık ve rasyonellik giderek kaybolur. Yoğun ve kristalize olmuş bir duygu durum yaşanır. Aşıkla maşuk arasında olması muhtemel din, mezhep, ırk, renk, servet, statü ve eğitim farkları önemini kaybeder. Öreğin çoban padişahın kızına aşık olabilir. Müslüman Hristiyana, zenci beyaza, Yahudi dinsize aşk duyabilir.

Kutsal öğretilere göre, Tanrısal yasağa karşı gelmek suretiyle, Adem ile Havva cennetten aşkı yaşayabilmek yüzünden kovulmuşlardır. Bu nedenle  aşk duygusu hiç bir yasak ve engel kabul etmez. Sınır ve engel tanımaz.

Anadolu halk hikayelerindeki  Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun... gibi figürler aşkın önündeki  tüm zorlukları yok saymaya ve bu konuda insan gücünü ve aklını aşan çabalar içine girmeye yöneliktir. Bu durumda aşkın kendisi zalim ve buyurgan bir diktatör, aşık ise o diktatöre boyun eğen zavallı bir köle konumuna girer.

b-  Psikolojik olarak aşk, aşık olanın kendisini aşık olunanla,  karşı cinsle birebir özdeşleştirmesidir. Kendisini karşı cinsle her yönden aynileştirmesidir. Bu durumda, aşığın kadın ya da erkek olması hiç farketmez. Aşık kendisini maşukunun bedensel ve ruhsal   ayrılamaz bir parçaası  sayar ve ondan  ayrılığı asla katlanılamaz bir olgu olarak algılamaya başlar.

Psikolojik boyut olarak, aşık için kavuşulacak maşuk mutluluk, huzur ve esenliğin var olduğu sığınılacak ve hep orada kalınacak sımsıcak bir yuva olarak gorülür.
 Fakat belli bir doyumdan sonra aşk gederek sevgiye dönüşmezse ailenin huzuru kaybolabilir. Hatta aile parçalanabilir. Çünkü biyolojik aşk geçici, insani sevgi ise kalıcıdır.

c- Felsefi ve sosyolojik olarak aşk, bireysel ve toplumsal olarak var olmak, geleceğe kalabilmek, nesiller zincirini kurabilmek için yoğun ve zorunlu bir anlam arayışıdır.  Aile kurarak, kendini gerçekleştirme, biyolojik varlığını sürdürebilme ve  çoçuk sahibi olarak toplumun varlığı ve devamlılığına yapıtaşı olabilmektir.

 Toplumun temeli aile, ailenin temeli de aşk ya da sevgidir. Sevgisiz aile patalojiktir. Ailesiz toplum da zaten yoktur.

BAZI AŞK  TÜRLERİ

Aşk duygusu tek düze  ve standart değildir.  Ayrıca her  insan aşk duygusunu aynı yoğunlukta yaşamaz. Bu yoğunluk bazı insarlarda çok  aşırı uçlara taşabilir. Bazılarinda ise akıl ve mantık sınırlarını yok sayacak boyutlara ulaşamayabilir  Ayrıca aşkın tek nesnesi karşı cinse kavuşmak da değildir. Farklı tür aşklar da olabilir. Bunlardan bazıları şunlardır.

a- Ebeveynlerin evlat istekleri ve özellikle de annelerin  yoğun evlat sevgisi bir çeşit derin aşktır. Genelde çocuk sahibi olamayan kadınlar, evlatlarına kavuşamadıkları için doğuramamanın ızdırabını çeker ve  yüreklerinde anne olamamanın eksikliğini  hissetmeye devam ederler. Bu nedenle yoğun ve büyük özverilerin ürünü olan  çocukları için babaların ve özelikle de annelerin duyduyduklari evlat sevgisi çok derin ve geniş boyutlu psikolojik ve sosyal bir olgudur.

b- Tanrı aşkı, ilahi aşk  ya da,  Tanrı sevgisi de  tarih boyunca bireylerin ve toplumların manevi yaşamlarında hep önemli roller oynamıştır. Kötülüklerden arınma, ahlaklı yaşama, iyi insan olma, ölümü daha serinkanlı olarak karşılama, dinsel duygularda  yoğunlaşma, geleceğe ve özellikle de ahiret yaşamına  daha umutla bakma...v.b. nedenler insanları  ilahi aşka yöneltebilir.

c- Yurt, devlet, ulus ve bayrak sevgisi de önemli bir  Aşk ya da  sevgi türüdür.Ancak  bu tür aşk  ya da sevgiler, belli bir dozdan sonra kristalize, yoğun ve patalojik bir aşka dönüşebilir. Her bireyin uyruğu olduğu, kimliğini , tarini ve kultürünü taşıdığı bir toplum bireyi olarak, yurdunu, ulusunu, devletini, bayrağını...sevmesi kadar normal doğal bir konu yoktur. Tersine bu toplumsal ortak değerleri sevmemek anormallıktır. Sorun, kendi ulusunun ortak kutsallarını severken, duygudaşlığı  ya da empati yapmayi bırakıp başka uluslara ve onların kutsallarına düşman olmaktır.  Nedensiz olarak  başka uluslara ve onların kutsallarına  düşmanlık duymak ırkçılıktır, patalojiktir ve hatta insanlık suçudur.

d- Platonik, romantik,gizli aşk. Platonik aşkta, maşukun kendisine aşık olandan haberi yoktur. Aşık  maşukundan habersiz olarak, onu gizli gizli  derin ve içten bir gönül bağı ile sevmeye devam eder. Bu gizlilik ve uzaktan sevmenin bir çok psikolojik, kültürel, dinsel ve toplumsal nedenleri olabilir.  İçe kapanık kişilik, duygularını dışa vurmaktan korkma, maşukun içinde olduğu sosyal konum,  eğitim ve servet farkları, statü uçurumları, coğrafi uzaklıklar, dinsel engeller, toplum, çevre ve hatta aile baskısı kişiyi içine kapanmaya ve duygularinı gizlemeye itebilir.

AŞKIN PSİKO-PATALOJİSİ

Eğer aşk tamamen rasyonel, mantıksal, geleneksel ve hukuki sınırların dışına taşar ve akılla iplerini koparırsa  Ilişkiler TAKINTILI; (opsessif) ve PSIKO- PATALOJIK , anormal  bir ortama sürüklenmiş olur. Örneğin, maşukunun, bireysel, zorunlu insani gereksinmelerini, duygularını yok saymak. Eğer kişi onun duygularına karşılık vermiyorsa kişiye şiddet uygulama yoluna gitmek, aşık olduğu kişiye "ya benimsin ya kara toprağın" demek . Kendi canına kıymaya teşebbüs etmek. Tekedilme korkusu ile kişiyi özgürlüklerinden yoksun bırakmak. Nedensiz kıskançlık krizlerine girmek ya da psikolojik ve fiziksel şiddet uygulamak. Gündelik yaşamı çekilemez süedürülemez ortamlara sürüklemek...

Dünyada ve özellikle de Türkiye'deki kadına şiddet ve gittikçe artan  kadın cinayetlerinde bu takıntılı, patalojik, anormal ilişkilerin varlığı araştırmaya değer bir konudur. Ayrıca kendine, kendi bedensel varlığına  ve sosyal  çekiciliĝiine aşık olanlar da kendisini dokunulmaz, başkalarını kul köle  olarak görmeye devam ederler.

AŞK VE İNTİHAR

Kutsal öğretilerin çoğunda intiharlar,  insanların kendi öz varlıklarına son vermeleri yasaktır. Ancak yine çeşitli  dinsel, kültürel  ve sosyal nedenlerle. bazı karşılıksız ve çözümsüz koşullar aşık olan kişileri umutsuzluklar ve çaresizliklere itebilir. Eğer ufukta hiç bir çözüm ve kavuşma yolu görünmüyorsa kişi bedensel varlığına son verebilir. Halkımız bu durumu " kara sevda" yani iflah olmaz olarak tanımlar. Bazan da, karşlılıklı olarak kara sevdaya tutulmuş aşıkların, ailevi, dini, ekonomik ve kültürel nedenlerle kavuşma umutları yok olmuşsa iki aşık aynı anda  Intihar edebilirler. Kimi zaman, derin aşka düsenler,  aile ve sosyal çevrelerinin dikkatini çekmek, onları kavuşmaya ikna etmek için ölümle sonuçlanmayan haberli, sahte  intihar girişimlerine de kalkışabilirler.

Bu intiharlar öz olarak iki boyutta ele alınabilir.

1- Psikolojik, Duygusal Boyut.

Yoğun, derin ve kristallesmiş aşk ya da sevgi bireyin öz benliğini ve özgüvenini ertir, yok eder. Kişi maşukuna kavuşmak dışında kendi varlığını bir "hiç" olarak görür. Başka türlü ve onsuz bir yaşam bilinçten silinir. Aşkını öz varlığından üstün tuttuğu için de, kendi  bedenini aşkına feda eder ve yaşamına son verir. Bazan da çaresiz ve umutsuz duygular iki aşık arasında eş anlı olarak ortaya çıkabilir. O zaman da ikisi birlikte inhar edebilirler.

2- Sosyo- Kültürel Boyut.

Sosyo- kültürel intihar boyutunun temelinde, din, mezhep, ırk, dil, töre ve gelenekler gibi, kemikleemiş ve çözülemez duruma gelmiş toplumsal değerler ve yaptırımlar dizelgesi ortaya çıkar. 
Eğer birey aşkı için,  aileden, akrabadan, çevreden, din ve ahlak önderlerinden, gelmesi gereken tüm hoşgörü ve destek sistemlerini yitirirse kendisini yalnız, sahipsiz ve çaresiz hissedebilir. Artık o aile ve  topluma ait bir birey olma ve onlarla birlikte yaşama anlamsızlık kazanır. Kişi inhara sürüklenebilir.

SONUÇ
Aşk, kadın, erkek, ırk, dil, renk, din, mezhep, ülke, ulus ve toplum farkı olmaksızın her insanın hem en derin ve en büyük mutluluk kaynağı ve hem de en keskin acıların, en hırpalayıcı ve kahredici dertlerin ve sıkıntıların tetikleyicisi olabilir. Aşk olmadan, sevgi duymadan aile ve evlatlar; aileler ve evlatlar olmadan da ulusların ve devletlerin geleceği olamaz.

Günümüz insanlarına, toplumlarına ve devletlerine düşen en büyük görev de, ahlakı ve aileyi bozmadan, aşkı ve sevgiyi evrensel boyutta düşünüp, onun önündeki, dil,ırk din, mezhep, gelenek  töre, ekonomi...gibi psiko-sosyo kültürel ve hukuki engelleri olabildiğince azaltmaya çalşmak olmalıdır.

Aşkınız ve sevginiz her zaman onurlu, huzur ve mutluluğunuz devamlı, umudunuz sonsuz olsun.