Eski, arkaik topluluk ya da toplumlarda, bir kaç yılda bir görülebilen kuraklık, salgın hastalık, heyelan, deprem, yanardağ patlaması ve benzeri olaylarda, suçlar toplumlara mal edilir; yaygınlaşan günahlar ya da kötülükler nedeniyle de, doğayı ve toplumları yöneten tanrıların insanları topyekun cezalandırdıklarına inanılırdı. Söz konusu tanrıları kızdırmamak için de çoğu zaman genç insanlar özellikle de genç ve güzel kızlar ya da kadınlar kurban edilirdi.demokrasi

Eski, arkaik topluluk ya da toplumlarda, bir kaç yılda bir görülebilen kuraklık, salgın hastalık, heyelan, deprem, yanardağ patlaması ve benzeri olaylarda, suçlar toplumlara mal edilir; yaygınlaşan günahlar ya da kötülükler nedeniyle de, doğayı ve toplumları yöneten tanrıların insanları topyekun cezalandırdıklarına inanılırdı. Söz konusu tanrıları kızdırmamak için de çoğu zaman genç insanlar özellikle de genç ve güzel kızlar ya da kadınlar kurban edilirdi. "İlahlar kurban ister" deyimi bu tarihsel gerçekten kaynaklanmaktadır.  Fakat toplumlar da   yapılan benzeri insan kurbanı katliamlarının hepsinin toplumun bütününün genel çıkarları için yapıldığına inanılır ya da toplumca böyle algılanır, kimse bu ritüel vahşetten şikayetçi ol(a)mazdı.

Günümüzün cahil, çoğu otoriter sultanisi, totaliter ve il liberal rejimlerde yaşayan halkların çoğunun siyasi bilinç düzeyleri de aynı olmasa bile arkaik toplumlarla benzerdir. Onlar da kendi yöneticilerinin topluma ters gelen, ahlak ya da yasa dışı gibi görünen faaliyetlerini, “Sultanımız, bizim bil(e)mediğimiz nedenlerle, her şeyi toplum yararına bizim geleceğimiz(bekamız) için yapmıştır" diyerek aklarlar. Cehalet, muktedirleri   sorgulamama ya da korku kültürünün etkisi ile sorgulayamama böyle devam eder.

Evrensel ve ulusal boyutlarda, legal ya da yasal açıdan çağımızın güncel yeryüzü tanrıları(!) ise; finansal, ekonomik, teknolojik, siyasi güç odakları olarak; iktidar ve muhalefetteki siyasi muktedirler, üst düzeydeki askeri ve sivil bürokratlar, yazılı ve görsel basın guruları, din tekeli kuran resmi ruhban ve ulema sınıfı, mezhep, tarikat ve cemaat yöneticileridir. Ayrıca yerine, zamanına ve konularına göre; irili ufaklı sivil toplum kuruluşları, çeşitli meslekleri temsil eden odalar, güçlü barolar, çok üyeli büyük sendika liderleri ve meslek kuruluşu temsilciler de bir baskı grubu, bir güç odağı olabilirler.

Bunlara ek olarak, illegal ya da yasa dışı yollarla çete, mafya...

 Tarzında örgütlenerek kendi maddi, ekonomik refah paylarını ahlak ve hukuk dışı yollarla artırmaya çalışan şer ya da kötülük ilahları(!) da vardır. Toplum açısından en tehlikeli, en zararlı, en etkili ve yaygın örgütlenme biçimi ise, illegal ilahların, legal ilahlar ya da muktedirlerin bazıları ile iş birliği yaparak güvenlik kuvvetlerinden ve adli yargıdan kendi yakalarını sıyırabilmeleridir.

Günümüzde ise, totaliter, otokratik yönetimler ya da il liberal demokrasiler de, bebeklere, çocuklara, para hırsına, gençlerin uyuşturucu bataklığına çekilme ahlaksızlığına, bazı erkeklerin zıvanadan çıkmış kadın şehvetine, kadın katliamlarına, ve kimi aydınlara reva görülen ve sıklıkla rastlanılan haksız güvenlik şiddetine uğruyor; toplum çıkarları için eleştiri yapma cesaretini gösteren muhalif siyasi radikal aydınlarsa muktedir siyasilerin gazabına kurban edilebiliyorlar.

Hiçbir siyasi rejimde, illegal örgütlerin yaptığı bu sistemli bilinçli kötülüklerin hiçbirinde kamusal yarar olmadığı gibi tersine büyük ahlaki ve hukuki zararlar söz konusu olur. Eğer bu tür yasadışı oluşumlarla etkin, kararlı ve halkı tatmin eden mücadeleler yetersiz kalırsa, halkın   hukukun üstünlüğüne, güvenlik güçlerine ve yargı kurumuna olan güveni azalır.

Demek oluyor ki; bir toplumdaki bazı güçlüler ve muktedirlerin ya da rant, mekan ve çıkar oligarşisi bileşenlerinin, servetlerine yeni servetler katmaları, sorunsuz olarak; rahat, huzur ve güvenlik içinde varlıklarını ve makamlarını sürdürebilmeleri için bazı yoksul ve güçsüz hemcinslerini saf dışı bırakmaları ya da kendi çıkarlarına kurban etmeleri zorunlu ve kaçınılmaz mı oluyor(!)?

 Acaba, Co- existantializm ya da ortaklaşa bir tarih ve kültür bilinci ve birlikte var olma iradesi içinde, Anayasal hukuk güvencesine alınmış çoğulcu  ve gerçek demokrasilerde, sevgi, dostluk, adalet, barış, huzur ve güven içinde yaşayabilme olasılıkları niçin denenmez? Hangi muktedir ya da illegal oligark güçler, adalet ve barış içinde yaşamaktan rahatsız olurlar?

Böyle bir yaşam; yani hukukun üstünlüğü, anayasaya sadakat, adil yargı, sosyal adalet, eşit yurttaşlık, adil ekonomik paylaşım, çağdaş ve özgür düşünce ilkleri... hangi kibir duygusuyla kasılan mağrurları, hangi vazgeçilemez ayrıcalık (imtiyaz) sahiplerini, hangi radikal ırkçıları, hangi  dilbazları,  hangi  din ve  mezhep ayrımcılarını ve hangi bölücü ve kötücül duygu ve zihniyet sahiplerini rahatsız ediyor?  Bu kaoslar, huzursuzluklar ve hukuksuzluklar hangi ayrımcı ve ayrıcalıklıların çıkarlarına son veriyor...

Son söz; insanların, toplumların ve ülkelerin savaşsız, hukukun üstünlüğüne dayalı, laik, demokratik ve uygar bir dünyada, huzur, barış, ekonomik refah, adil paylaşım ve güvenlik içinde yaşama hakları yok mudur? Umutsuz yaşanmaz; fakat demokrasi kuralları içinde kalarak, akıl ve bilim rotasından ayrılmadan,  doğru kararlar üretebilmek gerekir. Çünkü yaşam durağan değil, sürekli değişim gerektiren bir süreçtir. Toplumların beklentilerini ve temel gereksinimlerini yeterince karşılamayan siyasi iktidarların demokratik yollarla değişime uğraması ve yerine aynı yöntemle yenilerinin gelmesi her zaman olasıdır.

(×)-İl liberal demokrasi, toplumların siyasi iktidarları sadece seçme görevinin  olduğu fakat onları gözlemleme,

denetleme ve hesap sorma haklarının olmadığı, demokrasi ile otoriterlik arasında yer alan ve giderek ototaryanizme kayan siyasi hibrit rejim olarak tanımlanmaktadır.