Duran Özkan “ Sadık Gökgöz İran’a tur düzenliyor, katılır mısın?” diyor. Biraz tereddüt ettikten sonra “Tabii neden olmasın” diyorum. Çünkü İran’a karşı önyargılarımız var. Yılarca bizim mahallede “Türkiye İran olmayacak” diye slogan atılmış… Kime İran’a gideceğim desem “İran’da ne işin var, başka gidecek yer mi yok?” diyor… Kimi “Senin adın Osman orada sevilmez, problem olur diyor.” Doğrusu bu telkinlerin ardından, benim için İran gezisi doğru mu, diye ikilem içerisinde kalıyorum ama her ne olursa olsun, İran’ı yakından tanımak arzusu bütün tereddütlerin önüne geçiyor.
Duran Özkan, Barış Yıldız ve ben İran turuna katılmak üzere bir gün önceden uçakla İstanbul’a gidiyoruz. Veli Doğan ise işleri olduğundan akşam uçağı ile gelerek bize katılıyor.
Taksim’de bir otele yerleştikten sonra, Mazlum Köse ile buluşup, İstiklal Caddesinden yürüyüp, Galata Kulesi’ne gidiyoruz, oradan Karaköy’e inip Galata Köprüsü’nden geçip, Eminönü’ne varıyoruz… Eminönü’ne gelip de balık yemeden olmaz; Mazlum Köse’nin Balık ekmek ikramını yedikten sonra, Sultanahmet Meydanı’na çıkıyoruz. Oradan, Gülhane Parkı’ndan geçip sahile iniyoruz. Sahilde biraz dolaştıktan sonra bir çay bahçesine oturarak, denize karşı çayımızı yudumluyoruz…
Facebook’dan Galata Köprüsü’nden paylaştığımız fotoğrafı gören Tayyar Büyük arıyor, yerinizi söyleyin sizi alıp akşam misafir edeyim, diyor… Biz Tayyar Büyük ile buluşup, Taksim’e Nevizade’ye gitmek üzere yola çıkıyoruz. Eğlenceli ve keyifli sohbetinin sonunda söz dönüp dolaşıp yine benim adıma geliyor. Tayyar, “Siz bu Osman’ı İran’da ne yapacaksınız, oralarda Osman’ı sevmezler, bari adına Ali ekleyin, Ali Osman olsun, böylece durumu idare edersiniz” diyor!.. Gülüyoruz! Sohbetin sonunda Tayyar Büyük’ten ayrılıp Veli Doğan ve Barış Yıldız ile buluşup, İstiklal Caddesinde keyifli bir gece gezintisi yaptıktan sonra otele dönüyoruz.
Sabah kalkıp havaalanında, Ali Ekber Kaya ve çeşitli illerden katılan diğer katılımcılarla buluşarak, Tahran uçağına biniyoruz. Üç saat süren yolculuğun sonunda, Uluslararası İmam Humeyni Havaalanı’na iniyoruz. Uçakta yanımızda daha sonra adının Tahira olduğunu öğrendiğimiz kot pantolonlu, boynunda şalı olan güzel İranlı bir kız oturuyor… Nasıl bir tepkiyle karşılaşacağımızı bilmediğimiz için yolculuk boyunca hiç konuşmuyoruz. Uçak havaalanına inice, bize dönüp gülümseyerek “İran’a hoş geldiniz” diyerek selamlıyor, bir yandan da boynundaki şalı başına doluyor. Türkçesi iyi değil ama kendini ifade edebiliyor. İstanbul’da bir tekstil firmasında çalıştığını, ailesinin Tahran’da yaşadığını söylüyor. Valizlerinin fazla olduğunu söyleyip, valizlerini dışarı çıkartmak için bizden yardım talep ediyor. Biz sohbet ederken bir yandan da Tahran Havaalanı’nda, pasaportumu uzattığımda ismimden dolayı nasıl bir tepkiyle karşılaşacağımı düşünüyorum… Pasaport kontrol kulübesindeki görevliye pasaportumu uzatıyorum. İşlemim bittikten sonra, güler yüzle pasaportumu bana veriyor… İsimden dolayı kaygılanmamın boşuna olduğunu anlıyorum!
Havaalanında bizi bekleyen tur otobüsüne binip, Kum (Qom) Mollalar Kenti’ne doğru yola çıkıyoruz…
Kum Şehri
Tarihte Büyük İskender’in yıkımına uğramış olan şehir, İran İslam Devrimi’nin temellerinin atıldığı kent olarak ünlenmiş. Medreselerinde binlerce mollanın eğitim gördüğü, devrimi kuran ve koruyan mollaların yetiştiği Mollalar ve Ayetullahlar kentindeki,bir otele yerleşiyoruz.
Fatıma Mâsume Müzesi
Otelde biraz dinlendikten sonra Fatıma Mâsume Türbesini ziyaret için yola çıkıyoruz… Fatıma Mâsume Türbesi Şiilerce kutsal sayılan İsna’eşariye mezhebinin 12 imamlarının 8.’si İmam Ali er-Rıza’nın kız kardeşine ait. Türbenin insanın üzerinde inanılmaz bir etkisi var. Türbe ayna sanatının en güzel örneğiyle işlenmiş, akşam ışıklar yanınca ışıl ışıl oluyor… Adeta burası güzelliğiyle sizi büyülüyor, manevi etkisinin altına alıyor…
Allah’ın bir nişanesidir Mâsume
Bitmeyen lütfüdür Mâsume
Kuran’ın güzel yüzü
Hakkın simasıdır Mâsume
Muhammed bağının kokusu var O’nda
Mustafa’nın evladıdır Mâsume
Ehlibeyt şairlerinden Aga Çayçiyan şiirinin bir bölümde fatıma Masume’yi böyle anlatıyor
İmam Cafer sadık bir rivayetinde şöyle buyurduğu söylenir,”Pek yakında Kum’da Fatıma isminde bir hatun defnedilecek. Kim onu ziyaret ederse cennet ona vacip olur.”
Türbe ziyaretini yaptıktan sonra otele dönüyoruz. Sabah kahvaltıdan sonra, bizi bekleyen tur otobüsüne binerek, Cemkeran Köyü sınırları içinde bulunan İmam Mehdiye atfedilen ve meşhur görüşe göre İmam- Zaman’ın emriyle Hasan b.Musle Cemkerani trafından inşa edilen Cemkeran Camisine gidiyoruz. Önceleri küçük ve sade bir binadan ibaret olan Cemkeran Mescidi, devrimden sonra büyütülmüş, geniş bir alana yayılan büyük bir ibadethane ve sosyal tesis haline getirilmiş. Günümüzde burada yurt içinde ve dışından yılda on beş milyon kişinin ziyaret ettiği ve ağırlandığı belirtiliyor. Buradan Fevziye Medresesi ve Hızır dağını ziyaret etmek üzere yola koyuluyoruz. Buraları gezdikten sonra, tur otobüsü ile Kaşhan’a (KASHAN) varıyoruz.
Kashan şehri
Orta İran Sıradağları’nın eteğinde, Kevir Çölünün batısında, eskiden önemli olan bir kervan yolunun üzerinde yer alan Kashan orijinalini koruyan kent dokusuyla dikkati çekiyor. Şehrinin genel dokusu, görülecek yerleri o kadar güzel ve otantik ki insana Pers İmparatorluğu zamanındaki İran’ı yansıtıyor. Kebir Çölü kıyısındaki bu vaha şehir, eski kervan yolunun üzerine kurulmuş. Seramik ve çini işleri, ipek ve yün halıları, gül bahçeleri ve gül suyu ile meşhur. Güllerin çiçek açtığı nisan ayında bahçelerde muhteşem manzaralar oluştuğu söyleniyor.
Fin Bahçesi
Burası Safevi Hanedanlığı’nın yazlık bölgesiymiş. Çöle yakın bir vaha gibi olan şehirde Fin Bahçesi’nin ayrı bir güzelliği var. Burası UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girmiş. Şah Abbas adına dizayn edilen bu bahçe içinde şırıl şırıl suların aktığı havuzlar ve 500 yıllık sedir ağaçları var.
Çinili duvar işlemeleriyle göz alıcı Bozorg Ağa Cami ve Medresesi görülmeye değer bir yer. Bozorg Farsça’da “büyük, muhteşem, harika” anlamına geliyormuş.
Tabatabei Tarihi Evi Kashan’ın en popüler cazibe merkezlerinden biridir. Pers mimarisinin tipik özelliklerini gösterir. Abbasian Evinin ayrı bir güzelliği var. İran hamam kültürünün en güzel örneklerinden Sultan Amir Ahmad Hamamı da görülmeye değer yerler den biri…
Kashan’da görülmeye değer daha birçok tarihi yapıt var ama buraya ayırdığımız süre içerisinde ancak bu kadar yer gezebildik. Buradan İsfahan’a doğru hareket ettik.
İsfehan Şehri
İran’da İsfahan Eyaleti’nin Yönetim merkezi olan şehir, aynı zamanda ülkenin üçüncü büyük şehridir. Bu şehir Safavi döneminde başkent idi. Bu nedenle söz konusu şehirde çok sayıda tarihi eser bulunmaktadır. Şah Abbas’ın şehri denilen İpek Yolu üzerinde bulunan bu şehir, tarih boyunca sanat, edebiyat ve felsefenin merkezi olmuş. Güzelliğinin dünyaya bedel olduğundan ona “Nefse Cihan” yani dünyanın yarısı diyerek ifade etmişler. İsfahan’ın güzelliğini anlatmak için bir İran şairi, “Ben gittim, İsfahan’da yüz dünya gördüm.” der. Bu dünyadan bizim gördüklerimiz ise;
Âli Kapı Sarayı,
Dünyanın en büyük ikinci meydanı olarak bilinen İmam Meydanı ( Nakş-ı Cihan)
Zayende Nehri üzerinde Si-so-seh 33 kemeri bulunan köprü. Aynı zamanda burası nehir suyunu tutmak içinde kullanılıyor
Mescid-i Şah (İmam Cami-Abbasi Camisi), Şeyh Lütfullah Cami, Mescid –Cuma, Cehel Sütün Sarayı (40 Sütün Sarayı), Büyük Çarşı (Bazer-e Bozrog),
Sekiz Cennet Köşkü sizi büyülüyor, adeta tarih içinde bir yolculuk yapıyorsunuz.
Şehrin cadde ve sokakları sağlı sollu çınar ağaçlarıyla kaplı, ve ağaçlar ışıklandırılmış, şehir ışıl ışıl sizi adeta büyülüyor!
İki günlük İsfahan gezimizi tamladıktan sonra, uçakla Meşhed şehrine gidiyoruz.
Meşhed (Şehidin defin yeri)
Meşhed, İran’ın Razavi Horasan Eyaleti’nin yönetim merkezi ve ülkenin ikinci büyük şehridir. On iki İmamlardan sekizinci İmam Ali er-Rızâ’nın 817 yılında Tûs yakınlarındaki Senebâz’da öldürülmesinin ardından defnedildiği türbe Meşhed (şehâdet mekanı) adıyla anılmış, bu isim bir süre sonra orada teşekkül eden şehrin adı olmuştur. İmam Rıza Türbesi, İmam Rıza’nın kabri, kütüphanesi ve çeşitli yapılarıyla, İran turizminin merkezi konumunda olup; yılda 15 ila 20 milyon arasında insan tarafından ziyaret edilmektedir.
Otele yerleştikten sonra, Meşed’in önemli tarihi ve dini sembollerinden olan İmam Rıza’nın türbesini ziyaret ediyoruz. İmam Rıza Türbesi’nde yas tutmuş biri, Şii mezhep inançlarına göre “Yarı Hacı” olmuş sayılır ve isimlerinin başına “Meşhedi” takısını koyarlar.
İmam Rıza Türbesi, Kutsal Türbe, Gevher Şad Cami, türbede bulunan üç müze, Haci Rabi’nin kabri, Nadir Şah Türbesi ve Müzesi’ni ziyarettin ardından, Nişabur ve Tus şehrini gezmek için yola koyuluyoruz.
Nişebur Şehri
Nişebur, İran’ın Razavi Horasan Eyaleti’nde tarihi bir şehir. Meşhed yakınlarında Binalud Dağı’nın güney eteklerinde verimli ve düz bir araziye yayılan şehir, tarım ve ticaret yoluyla İran ekonomisine büyük katkı sağlıyor. Ünlü şair Ömer Hayyam’ın doğmuş olduğu şehir olmakla ünlü.
Ömer Hayyam Anıt Mezarı
Ömer Hayyam’ın 22 metre yüksekliği 18 metre genişliğindeki anıtın kenarlarında 20 rubaisi yazılı
Ömer Hayyam deyince pek çoğumuzun aklına “aşktan, şaraptan, eğlenceden” dem vuran dörtlükler (rubailer) gelir aklımıza. Oysa O dokuz asırdır unutulmayan şairliğinin yanı sıra ünlü bir bilim adamıydı.
“Dünya dediğin bir bakışımızdır bizim;
Ceyhun nehri kanlı gözyaşımızdır bizim;
Cehennem, boşuna dert çektiğimiz günler,
Cennetse gün ettiğimiz günlerdir bizim.” der Hayyam.
Ömer Hayyam, evreni anlamak için, içinde yetiştiği İslam kültüründeki hâkim anlayıştan ayrılmış, kendi içinde yaptığı akıl yürütmelerini eşine az rastlanır bir edebi başarı ile dörtlükler halinde dışa aktarmıştır. Bu anlayışta olan bir şairin türbesinin İran İslam Cumhuriyeti tarafında korunması, bizi şaşırtmadı desek yalan olur!
Hacı Bektaş-ı Veli’nin Doğduğu köy
Nişabur (Neshaboor) Fooshenjan köyündeki Hacı Bektaş-ı Veli’nin doğduğu köyü ve evinin bulunduğu yeri ziyaret ediyoruz. Evi yıkılmış, evin bulunduğu yere kültür merkezi yapmak için proje yapıldığını öğreniyoruz. Oradan Nishabur’un eski bir mahallesi olan Şadyak’a gidip; Ömer Hayyam’ın mezarı ve anıtı ile Mevlana’nın hocası ve Ömer Hayyam’ın çağdaşı olarak adlandırılan Şair Ferüdittin Atar’ın türbesini ziyaret ediyoruz. Buradaki ziyaretimiz bittikten sonra; Nişabur kentinin yakınlarında ovayı geçip ağaçlar içinde sular akan bir cennet köşeye varıyoruz. İmam Rıza’nın Medine’den Horasana gelirken uğradığı kutsal yer olarak bilinir. Burası o zamanlar bir köy imiş. Bir taş üzerinde bulunan iki ayak izi “İmam Rıza Kademgahı” olarak anılıyor. “Kadem” Farsçada adım “gah” da yeri anlamına gelen bir ektir. Rivayete göre, İmamın yanındakiler abdest almak için su olmadığını söylerler. İmam “Hayır, su var!” diye buyurur ve sonra eliyle toprağı bir miktar kazar ve siyah bir kaya çıkar, kaya ilahi bir kudretle yerinde oynar ve altında su akmaya başlar… Burada akan su kutsal kabul edildiğinden, ziyaretçiler bidonlara doldurularak şifa bulmak için yanlarında götürüyorlar.
Buradaki ziyaretimizi tamamladıktan sonra Tus Şehrine hareket ediyoruz.
Tus Şehri
Şehri 1389 Timur’un orduları tarafından yakılıp yıkılmadan önce önemli bir eğitim ve kültür şehriymiş. Tus şehri Timur’un orduları tarafından yakılıp yıkıldıktan sonra canlandırılmaya çalışıldıysa da kimse rağbet etmemiş. Halk İmam Rıza Türbesi etrafına yerleştiği için, Meşhed, Tus şehrinin yerini almış. Tus ise küçük bir köy olarak kalmış. Şehrin eskiden kalma kalesinden sadece duvar artıkları kalmış. Tus’da İran’ın tanınmış şairi Firdevsî’nin Türbesi bulunmaktadır. Firdevsî’nin tam öldüğü yer olduğu iddia edilen noktada inşa edilmiştir. Firdevs’in zamanından beri varlığını sürdüren bu küçük köyde Firdevsî türbesi görülmeye değer tek eserdir.
“İster Bir Kul, İster bir padişah olsun, bu dünyada mesut sayılabilecek kimse, öldükten sonra iyiliğini yadigâr bırakabilendir” der Firdevsi.
Türbenin Bahçesinde bir Tus Müzesi vardır. Burada 11.yy.da kalma seramik ve çömlekler sergilenmektedir.
Buradaki ziyaretimizi tamamlayıp, Meşhed’e doğru yola çıkıyoruz. Yolda giderken Turan Özkan, İmam Rıza Türbesi’nde kurban kesildiğini söylüyor. Kurban kesmek istiyorsanız aramızda para toplayalım diyor. Fikir kabul görünce, aramızda üç kurban parası topluyoruz. Türbeye yaklaşınca tur otobüsünden inip imamın türbesine doğru yürüyoruz. Türbeye vardığımızda, toplanan kurban parasını türbe görevlisine telsim edip, fişimizi alıyoruz. Oradaki usulde kurban hissedarlarına ertesi gün kurban etinden yemek ikram ediliyor. Yemek fişlerimiz alıp, tekrar türbe ziyaretinden sonra, Meşhed Çarşısı’nda kısa bir gezinti yaptıktan sora otelimize dinlenmeye çekiliyoruz.
Ertesi gün İmamın türbesindeki misafir salonunda kurban etinden yapılan yemeği yedikten sonra, Meşhed havaalanından Tahran’a hareket etmek üzere yola çıkıyoruz.
Tahran Şehri
Tahran hem İran’ın başkenti, hem de en büyük şehri. Buraya zıtlıkların şehri de diyebiliriz. Kuzey Tahran Zenginliği ve modernliğin simgesiyken, Güney Tahran yoksul ve muhafazakâr yaşamı yansıtıyor.
Gülistan Sarayı
Tahran’da Gül Bahçesi sarayı anlamına gelen Gülistan Sarayına gidiyoruz. Müthiş bir eser, göz kamaştırıcı Gülistan Sarayı, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde ve Kaçar Hanedanlığı’nın Tahrana kazandırdığı en güzel miras. Burayı gezdikten sonra, Ayetullah Humeyni’nin yaşadığı evini ve evinin hemen yanındaki halka hitap ettiği ve ibadetlerini yaptığı Hüseyniye taziye evini ziyaret ediyoruz ve burada televizyon ekranından Humeyni’in hayatından önemli kesitleri izliyoruz.
Ayetullah Humeyni’nin Devrimden sonra yaşadığı ev.
Rehberimizin anlattığına göre, Humeyni’ye Şahın Saraylarında birini size hazırlayalım diyorlar… İmam Humeyni “Biz saraylarda yaşayacaksak niye bu devrim yaptık, bana İran halkının arasında bir ev kiralayın” diyor.
Bunun üzerine bu ev kiralanıyor. İmam Humeyni Ölünceye kadar bu evde yaşıyor” diyor.
Rehberimiz İmam Humeyni’nin evini ziyaret edeceğiz diyince, on yıl yönettiği İran devletinin imkânlarıyla yapılan saray gibi bir yer bekliyorduk. Oysa o günün Tahran’ının ücra bir köyünde sıradan bir ev. Bu manzara karşısında şaşırmadık desek yalan olur!
Buradan Sadabat Sarayına geçiyoruz…
Sadabat sarayı
Elburuz Dağı eteğinde yer alan Sadabat Sarayı İran’ın en güzel ve ihtişamlı yapısıdır. 3000 dönümlük arazi üzerine kurulmuş. 1800 dönümü doğal orman ve Caferabad Irmağı bu kompleksin içinden geçmektedir. Kompleks içinde Beyaz Saray, Yeşil Saray, Kraliyet Elbiseleri Müzesi, Askeri Müze, Su Müzesi ve Güzel Sanatlar Müzesi bulunmaktadır.
Buraları gezdikten sonra, Biraz Tahran’ın cadde ve sokaklarını dolaşıyor ve akşam otele dönüyoruz. Otelde bizle tura katılan Kültür ve turizm Bakanlığı Şanlı Urfa Devlet Türk Halk Müziği Korusu’ndan emekli, aynı zamanda UNESCO tarafından Yaşayan İnsan Hazinesi ödülüne layık görülen Aşık Zakir Sefai’nin deyişlerini, keyifle dinleyip odalarımıza çekiliyoruz.
Ertesi gün otelde kahvaltı yaptıktan sonra valizlerimizi tur otobüsüne yerleştirdikten sonra Azadi Meydanına (Özgürlük Meydanı) doğru yola çıkıyoruz…
Azadi Meydanı ve anıtı
Farsça adıyla Borj e Azadi olarak bilinen Azadi Özgürlük kulesi Tahran Şehrinin Batı girişinde bulunan ve kendisiyle aynı adı taşıyan Azadi (özgürlük Meydanında bulunmaktadır. İran’ın en önemli mimari yapılarındandır. Tarihi Pers İmparatorluğunun 2500. Yılı anısına 1971yılında yapılan bina zamanla İran halkının en değer verdiği yapılardan biri haline gelmiştir. Özgürlük meydanı, ülkede gerçekleşen birçok toplumsal olaya ev sahipliği yapmıştır. Bu nedenle bu anıtın politik açıdan da değeri büyüktür ve İran halkının gözünde milli değeri vardır. Azadi Meydanı’ndan Botanik Parka geçiyoruz.
Botanik Park
Botanik Parkta 4 binin üzerinde bitki çeşidi bulunuyor.
Kurulduğu 1969 yılından günümüze kadar Tahran’ın en fazla ziyaret edilen noktalarından biri olan botanik bahçe, bitki türleri, rengârenk çeşit çeşit çiçekleri, restoran ve kefeleri, gölet-ve yapay nehirleri ve daha birçok alanıyla 145 hektara yayılan geniş sahası ile her yaş gurubuna hitap ediyor.
Botanik parktan Rey şehrine doğru hareket ediyoruz… Rey şehri yolunda ayrılıp bir tepeye doğru tırmanıyoruz. Araçlarımızdan inip, merdivenlerden tırmanıp bir mağaranın önünde duruyoruz. Rehberimiz buranın, Şehrubanu Bibi’nin yaşadığı mağara olduğunu söylüyor. Şehrubanu Bibi, Hz. Hüseyin’in eşi ve Zeynel Abidin’in annesi oluyor. Kerbelâ katliamından sonra bu mağaraya yerleştiği söyleniyor.
Mağaranın önünde fotoğraf çektirip, daha yukarıdaki türbeye çıkıyoruz. Buradan Rey şehrine ve Ovasına kuş bakışı bakıyoruz. Artık Tahran şehrinde son saatlerimiz, saat beş uçağıyla İmam Humeyni Havaalanından, İstanbul’a uçacağız. Zamanımız daraldığından, Rey şehrini uzaktan seyretmekle yetiniyor, havaalanına doğru yola çıkıyoruz.
Rey veya Şehri-Rey İran’ın bir Ortaçağ şehri Elburz dağlarının kuzeyindeki ovaya doğru uzanan küçük bir çıkıntı üzerine kurulmuş. Büyük Selçuklu Devleti’ne bir dönem başkentlik yapan Rey şehri İran’ın Güney doğusunda yer alıyor. Selçuklu Devleti’nin kurucusu Tuğrul Bey burada ölmüştür ve buraya gömülmüştür.
Ayetullah Humeyni’nin Mezarı
Yol üzerindeki İmam Humeyni’nin mezarına uğruyoruz. Aslında buraya türbe gibi anıt mezar yapılmış. Yaşarken mütevazı bir hayatı tercih eden bir insanın yaşam felsefesine uymayacak kadar ihtişamlı bir anıt mezar yapılmış diye düşünürken, Rehberimiz, “şimdi diyeceksiniz ki sarayda yaşamayı istemeyen İmam Humeyni’ye böyle gösterişli türbe gibi yer niye yapıldı, bu bir tezat değil mi diyeceksiniz? Humeyni ve ailesinin böyle bir talebi yoktu. Humeyni, türbe gibi anıt mezar yerine, eğitim ve kültür merkezi tadında bir mezar istemiş. Bu yüzden oldukça büyük bir cami-kültür-yaşam merkezi gibi bir yapı ortaya çıktı ve buraya İmam Humeyni Üniversitesi kurulacak. Ayrıca burası devlet bütçesiyle değil, kurulan vakfa halkın yaptığı bağışla yapıldı” diyor.
Burada bir kafeteryada yemeğimizi yedikten sonra, Uluslararası İmam Humeyni Havaalanına doğru yola çıkıyoruz. Yedi günlük İran gezimiz, gezinin başladığı noktada sonlanıyor. Gezi boyunca bize eşlik eden ve bizden dostluklarını esirgemeyen Muhammed ve Cihangir’e teşekkür edip vedalaştıktan sonra pasaport işlemlerimizi yaptırıp, uçağımıza biniyor ve İstanbul’a uçuyoruz.
İran’dan dönerken birçok ön yargımız da yıkılmıştı.
Türkiye’deki birçok kişi gibi 1979 yılında Humeyni önderliğindeki güçler tarafından İslam Cumhuriyetine dönüştürülen İran’a karşı, benimde birçok ön yargım vardı. Yedi günlük seyahatimiz boyunca yabancılık yaşamadan, hiçbir sorunla karşılaşmadan keyifli bir tur gerçekleştirdik. Tarihin izlerini sürdük… İran halkını, tarihiyle kültürüyle tanımaya çalıştık… Gezip görünce buranın, bugün sandığımızdan daha farklı bir ülke olduğunu gördük… Toplumsal hayatla ilgili birçok katı kuralın, yasalarda değişmese bile, uygulamada bayağı yumuşatıldığına şahit olduk. Seyahatler ön yargıları yıkıyor ve insanları bir biriyle kaynaştırıyor.
Önyargıların yıkılmasında en büyük etken de İranlı kadınlardı.
Kadınlar yasal olarak erkeğin eşiti olmaktan çok uzak olmalarına rağmen, kadınların siyasal ve toplumsal alanda görünürlüğünün arttığına İran seyahatimiz boyunca tanık oluyoruz. Gezerken bir otelin resepsiyonunda, mağazada, lokantada, vs. yerlerde çalışan çok sayıda kadınla karşılaşıyorsunuz. Genç kızları, kendi başlarına akşamın geç vakitlerinde bir lokanta yemek yerken veya bir kafede otururken görebiliyorsunuz ve onlarla iletişim kurabiliyorsunuz ama tokalaşmak isterseniz eliniz havada kalıyor; çünkü bir kadınla bir erkeğin tokalaşması İran’da yasak.
İran’da kadınların hepsi bir şekilde başını ve vücudunu kapatmak zorunda ama başörtüleri konusu oldukça esnek, özellikle de genç kızların birçoğu, baş kapama zorunluluğunu fazla umursamıyorlar ve genelde başlarının yarısını kapatıyorlar. Kadınlar bakımlı, sokakta çok sayıda estetikli ve makyajlı kadın görüyorsunuz.
Bir diğer şaşkınlığımızı ise heykeller konusunda yaşıyoruz.
İslam dininin başlangıcıyla beraber gelen yasaklardan dolayı, heykel hiçbir zaman realist figüratif biçimlemelerle uygulanmamıştır. Gezdiğimiz yerlerde İran İslam devriminden önce yapılan heykellerin korunduğunu görmek bizi şaşırttı.
Son cümle; Doğası ve köklü tarihiyle İran gezilecek yerler açısından çok zengin ve güzel bir ülke…