İslam ülkelerinde, ilk yıllar hariç, Emevi zihniyeti ile birlikte, tarih boyunca, her zaman ikircikli (düalist) bir siyaset ve yaşam felsefesi egemen olmuştur.

1-Yönetici ya da iktidar sahibi olanların temel siyaseti ve yaklaşımı daima, süresiz olarak iktidarda kalmak ve sınırsız ekonomik zenginlik ve çıkarcılıktır. Batılılar buna "homo-economicus" yani kendini her koşulda çıkarına göre programlanmış insan tipi demektedir.

2- Yöneticiler ve onların işbirlikçilerinin( çoğu vicdan yoksunu ulema, tarikat ve cemat liderlerinin) dışında kalan halkın temel yaşam felsefesi ise ahretteki cehennem korkusu ve karşı konulamaz bir tutkuya dönüştürülmüş bir cennet özlemi ile yaşamaktır. Yani halkın temel yaşam felsefesi ise dünyalıktan vazgeçirilmiş bir ahret severliktir. İsterseniz siz buna "homo- ahireticus" da diyebilirsiniz. Genelde iktidar gücünü elinde bulunduran yöneticiler, dünya malı ve saltanat, halk ise ahiret ve cennet için yaşamaya odaklanmıştır. Dinin güzel ahlak ve adalet öğretisinin aksine, Sistem hep böyle kurgulanmış ve böyle uygulanmıştır.

Yönetici sınıf ve halk arasındaki bu ikircikli ya da düalist, çifte standartlı yaşam felsefesi nasıl oluşuyor diye soracak olursanız şunlar söylenebilir.

a- İslam ülkelerindeki muktedirler( yönetici sınıf) ve işbirlikçilerinin yaşam felsefesi tartışmasız homo-economicustur. Homo- economicus Batılı ve çıkarcı bir insan tanımıdır. Kapitalist değerler sistemidir.Materyalisttir. İslamla, İslamın dayanışmacı, özverili ve paylaşımcı bir insan tipi ile hiç bir ilişkisi yoktur. Dünya nimetlerini son kertesine kadar sömürerek yaşama anlayışıdır.

b- Halkın yaşam tarzı ise tamamen öbür dünyaya, ahrette yer ve makam kazanmaya yöneliktir. İnsanların yaşam anlayışı ve toplumun değerler dizelgesi genelde "homo- ahireticus" tur.Yönetici sınıfa karşı, Doğu tarzı, sarsılmaz ve geri alınamaz bir biat, sadakat, kanaatkârlık, itaatkârlık ve kadercilikle donatılmıştır. Halk için yaşamın temel dürtüsü, siyasi iktidara gönüllü ya da zoraki kulluk etmeye, cehennemden kurtulup ebedi cennet yaşamını hak edebilmeye programlanmıştır.

Peki bu saltanat sahibi yönetici sınıfa ayrı, fakat halka tam bunun zıddı olarak ayrı bir değerler dizelgesi nasıl sağlanmaktadır?

Cevabı çok basittir. Halkın yönetimden nemalanan bazı dilbaz ulema ve yine bazı tarikat ve cemaat dilbazları tarafından İslamın temel ahlak ve adalet öğretilerinin ters yüz edilerek, ahlaklı ve adaletli bir yaşam yerine sadece inanç ve ibadeti kutsayan, fakat ahlakı ve adaleti hiçe sayan ya da görmezden gelen bir din ve inanç anlayışının, cehaletin de yardımıyla sürekli olarak şırınga edilip halkın ikna edilmesidir. Yani sürekli olarak cehaletin korunması ve din(!) satışıdır. Bu durum, tarihsel olarak miras kalan ve cahil bırakan aldatıcı bir kısır döngüdür ve ne yazık günümüzde de devam etmektedir.

Tarihsel ve sosyolojik olarak, genelde İslam devletlerinde, siyasi iktidardakileri kayıran, ikircikli, yani çifte standartlı, yönetici sınıfı bir bakıma ahlak, adalet ve hukuktan muaf sayan bir dini(!) anlayış mevcuttur. Bu açıdan, "din avam-(cahiller) içindir, havas- (seçkinler) için değildir." diyen ulema kisveli bazı din bilginleri(!) bile vardır.

Buna karşın, tarihsel, dinsel, kültürel ve siyasi olak, İslamı daha çok ahlak, adalet ve sevgi olarak benimseyen farklı dinsel yorum sahiplerini de kafir, sapkın ya da zındık olarak ilan edip dışlayan ve çoğu zaman da ölüme mahkum eden bir fetva ve ferman zihniyeti hep olagelmiştir.

M.Kemal Atatürk'ün kurmuş olduğu demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti' nin temel öğretisi de asla dine karşı çıkmak değildir. Tersine, toplumdaki cehaleti, dini ve dinsel değerler sistemini kendi saltanatları ve çıkarları için araçsallaştırarak sürekli olarak sömüren dinbazların saltanatına son vermektir. Talkını( telkini) başkalarına verip salkımı yutanların oyun tezgahını bozmaktır. M.Kemal Atatürk, hadanlar ve bazı kişilere tanınan tüm hukuki ve siyasi ayrıcalıkları yok edip istisnasız her bireye anayasa ve yasalar karşısında eşit haklar ve sorumluluklar getirmiştir.

Batılılar, Hıristiyan Kilisesini ( Papalığı,) ve ruhban sınıfını dünya işlerinin dışında bırakıp laikleşerek, eleştirel akla ve çağdaş deneysel bilime sarılarak ekonomik refaha, demokrasiye, hukuk devletine, temel evrensel insan haklarına ve adalete ulaşabilmişlerdir.

Darısı İslam toplumlarını hepsinin başına olsun.