Önce pandemi sonra da depremin etkisiyle değişen ve zorlaşan yaşamımız sonucunda gelecekle ilgili bilinmezliklerimiz bizleri umutsuzluğa, endişeye, korkuya sevk etmektedir.

‘’Kime bir dokunsanız bin ah işittiğiniz’’ bir yaşamsal süreç içerisinde gelecekle ilgili bilinmezliklerimiz, yarınlara olan güvensizliğimizle yaşam sevincimizi ve de isteğimizi kursakta bırakmıştır.

Depremin ikinci yılında olmamıza rağmen hala barınma, beslenme geçim sorunumuz çözümsüz ve bilinmezliklerle dolu dolu. Yıkılan evler ne olacak, hak sahibi olduk ama ne olduk, yapılacak binalar bizlere kaça mal olacak, gelirimizle borçlarımızı ödeyebilecek miyiz, iş ve işçi sorunlarımız çözülebilecek mi? Gibi soru ve sorunlarla hepimiz ruh hastası olduk.

Peki, biz neden böyle düşünüyoruz.

Depremin üzerinden İki yıl geçmesine rağmen kimse hiçbir bilgiye sahip değil. Bütün depremzedeler muktedirlerin ağzından çıkacak 2-3 kelimeye bakıyor. Ama bakıyor ki muktedirinde muktediri var. Kimse bir şey söylemeye korkuyorlar. Angara bilir deyip kısa yoldan kurtarıyorlar.

Geçenler de bir arkadaşım biz hala ilkçağlardaki gibi barınma sorunumuzu çözmeye uğraşıyoruz gerçeğini haykırıyor.

Deprem bölgesi olan coğrafyamızda hiçbir hazırlığımız yok.2 yılda hala çadır ve konteynırlarla çözüm üretmeye çalışıyor onu da beceremiyoruz.

Çözümler konusunda her kafadan bir ses. Teknik adamlar başka, siyasiler başka sesler çıkarıyorlar. Halk şaşkın. Güvensizlik olduğu için hiçbir çözüm vatandaşa mantıklı gelmiyor. Çünkü İlgili STKl’ar, odalar, teknik gruplar çözümde yok.  Önerileri dinlenmiyor. Birlikte çözümler üretemiyoruz. Biz olamıyoruz. Nedense hep karşımıza rant severler çıkıyor.

İçinde bulunduğumuz ortamdaki belirsizlik sonucunda her şey değersizleşiyor. Değersizleşen olgu ve olaylar içinde de gel de mutlu ol olabilirsen.

Siyaha olan bu tutku nedendir?  Karanlıklardan ne umuyorsunuz?

Ruhlarımız kararırken bir kıvılcımla aydınlatmaya çalışanlara selam olsun

Saygılarımla….