Gezi yazıları edebiyat dünyasının ana bileşenlerinden biridir. Yazarların hayal gücü ile doğanın gizemli dünyasından süzülen tasvirler yazın dünyasına her zaman renk katmıştır. İlber Ortaylı, Nedim Gürsel, Gülten Dayıoğlu'ndan tutun da Buket Uzuner'e kadar birçok yazar, alanları dışında o derin birikimleri gezi kitaplarını da sirayet etmiştir. Onların bakış açının spot ışıkları altında Paris, Barselona, Prag ve Petersburg gibi şehirler başka bir şekilde zihnimize yansımıştır. Yabancı yazarlardan Jack Kerouac'in Yolda romanı ise bu konuda ilgimi çeken kitaplardan biridir. Otobiyografik bir roman olsa da Amerika gezisi anlatımının ön plana çıktığı yanı daha ağır basar. Edebiyat dünyasında, özellikle romanda başlangıç cümleleri genellikle bir yolculukla başlar. Bu nedenle insanların farklı coğrafyaları keşfetme serüveni ve kültürleri tanıma isteği hep olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Konu bu yazının sınırlarını aştığı için gezi izlenimlerine geçiyorum. 
 
Önceki yazıda Viyana izlenimlerimi paylaşmıştım. Bu yazıda gezinin Budapeşte-Zagreb bölümünden bahsedeceğim. Viyana'nın kendine özgü kent mimarisi-kültürünü geride bırakıp otobüsle üç saatlik bir yolculuktan sonra basit denebilecek bir Budapeşte otogarında iniyoruz. Otogar ile metro yan yana. Otogar demek biraz abartı olur. Durak gibi bir yer. Flixbus ve bazı Budapeşte otobüsleri buradan yolcu alıyor. Budapeşte'nin başka bir otogarı daha var. Avrupa'da tren yolculuğu daha fazla tercih edildiği için otogarlar öyle büyük değil. 
Otobüsten indiğiniz yerden metro ile şehrin merkezine rahatça gidiliyor. Budapeşte, Viyana gibi durgun ve mekanik değil. Sıcak ve cana yakın insanlarla daha çok karşılaşıyorsunuz. Şehir, kültürümüzden izler taşıyan bir atmosfere sahip. İnsan davranışları samimi ve tanıdık geliyor. 
 
Şehir iki bölümden oluşuyor. Tuna nehrinin ikiye ayırdığı Buda ve Peşte.(Budapest diye geçiyor) Peşte kısmı daha çok gelişmiş. Ticaret, bankacılık, mağazalar kısacası çarşı- ticaret- finans merkezi diyebileceğimiz kısım bu tarafta. İki yaka birkaç köprü ile birbirine bağlanmış. Tuna nehrinin Buda kıyı şeridi yeşilin tüm tonlarını barındıran Mega park diyebileceğimiz büyük bir alan bulunuyor. İçinde farklı bitki türleri ve çiçeklerin bulunduğu bu devasa alanda büyük çınar ağaçları zamana tanıklık edercesine yaşlanmaya devam ediyorlar. İnsanlar burada dinleniyor ve çeşitli sportif aktiviteler yapıyorlar. Oteller ve benzeri mekânların yer aldığı bu yakada ayrıca küçük bir hayvanat bahçesi de alanın bütünselliğini tamamlıyor. Kıyıdan tepeye doğru çıkıldıkça Matthias Kilisesi, Balıkçı Tabyası ve Budin Kalesi kentin bu kısmına farklı bir anlam kazandırmış. Etrafı yemyeşil ormanla çevrelenmiş olan Buda kısmı İstanbul’un Anadolu yakası gibi ikamet ağırlıklı. 
 
Budapeşte Viyana'ya göre birkaç basamak Avrupa'dan ayrışıyor. İnsan davranışlarındaki farklılık, ekonomik yapısı ve değer ölçütleriyle bizlerden izler taşıyor havası var. Şehri gezerken kendinizi yabancı hissetme oranınız düşüyor. Bir şeyler sanki sizi buraya bağlıyor. Özellikle Peşte kısmında yer alan Vica Caddesi İstanbul’daki bazı ünlü sokaklara benziyor. Trafiksiz ve turizm ağırlıklı bir lokasyon konumunda. Bu bölgede restoran, kafe ve hediyelik eşya satan iş yerleri ağırlıkta. Fiyatlar diğer bölgelere göre daha pahalı. İstanbul'un Beyoğlu-Taksim diyebileceğimiz konseptine sahip. 
 
Budapeşte'de ünlü Gulaş çorbası denenebilecek yemeklerden. Bunun dışında farklı yiyecek içecek mekânları söz konusu cadde boyunca sıralanmış. Kürtőskalács tatlısı diğer adıyla chemny cake buranın meşhur tatlısı. Bazen sıra beklemek durumunda kalıyorsunuz. Metal bir silindire geçirilerek pişirilmiş olan kekin içine özel hazırlanmış meyve karışımı veya dondurma ile doldurulup servis ediliyor. Yenmeye değer bir tatlı olduğunu söyleyebilirim. Akşamları Vaci Sokağı ise çok hareketli. Ülkemizdeki gibi turist kapma peşindeler ve geç saatlere kadar çoğu mekân açık. 
 
Şehrin Peşte kısmında Parlamento binası, Aziz Stefan Bazilikası ve Tuna kıyısındaki barış, anlayış ve insanlığı simgeleye demir ayakkabılar derin ve düşündürücü bir savaş yolculuğuna çıkarıyor insanı. Tuna kıyısındaki kafeler akşam saatlerinde dinlenme ve serinlik bakımından ayrı bir imkân sunuyor. Gerek ücretli mekânlar gerekse araya serpiştirilmiş ücretsiz oturma alanları nehrin kıyısını cazip hale getiriyor. Ayrıca restoranlara dönüştürülmüş sabit gemiler mevcut. Nehir boyunca gemilerle yapılan gezi turları turistlerin önemli tercihlerinden birini oluşturuyor. 
 
Viyana'ya göre Budapeşte daha renkli ve hareketli bir şehir. Geniş parkları, tarihi yerleriyle daha göz alıcı ve yeşil alanlar şehrin içine daha çok yansımış. Avrupa'nın birçok ülkesinde bulunan ucuz fiyatlarıyla ön plana çıkan Lidl marketleriler zinciri Budapeşte' de yeterince var. Daha çok bizim üç harfli marketlere benziyor. Budapeşte'de metro, bildiğim kadar sadece bir güzergâhta çalışıyor. Bağlantılar belediye otobüsleriyle sağlanıyor. Avrupa Birliği üyesi olmasına rağmen avroya henüz geçmemiş. Para birimi forinti ama avro da birçok yerde geçiyor. İşin ilginç tarafı kredi kartı ödemelerde avro değil dolar olarak hesap ekstrenize yansıyor. 
***               ***                *** 
 
Zagreb'e gelince tipik balkan kentlerinden. Türkiye’nin Avrupa kısmında yer alan şehirlere daha çok benziyor. Avrupa'nın tümünde görüldüğü gibi kiliseler yoğunlukta ve tarihi doku korunmuş. Çarşısı, özellikle Celila Meydanı ve meydana çıkan sokaklarda çeşitli mağazalar, yeme içme mekânları ve bankalar yoğunlukta. Zagreb'in kalbi diyebiliriz. Türkiye'deki gibi geniş vitrinleri ile bütüncül bir çarşı havası veriyor kent meydanının bileşenleri. 2023 yılından itibaren Hırvatistan avroya geçmiş. Viyana ve Budapeşte'ye göre biraz daha ucuz sayılır. 
 
Budapeşte'den Zagreb'e Kamil Koç'un Avrupa versiyonu Flixbus ile dört saati geçen bir sürede ulaştık. Otobüs terminali küçük olsa da ülkemizdeki otogarlara benziyor. Şehir içi ulaşım daha çok raylı metrobüs hatlarıyla sağlanıyor ve geniş bir ağa sahip. Tek kullanımlık bilet 0,53 Avro. Yine şehir kültüründe bizde olduğu gibi Tısak adında büfeler var. Su, diğer içecekler ve bilet gibi ihtiyaçlarınızı burada karşılayabiliyorsunuz. Şehir çok fazla büyük olmadığı için gezmesi kolay. Şehrin biraz uzağındaki Bundek parkına gittiğinizde gölet ve etrafında büyük bir yeşil alan sizi karşılıyor. Tek tük yüzenlerin olduğu gölet sakin ve etrafında yeme içme mekânları bulunuyor. Görmeye değer mi? Tercih meselesi ama görmeseniz de çok şey kaybetmiş sayılmazsınız. 
 
Şehrin merkezi Celilac Meydanı ile özdeşmiş. Mağazalar, restoranlar, kafeler ve diğer alışveriş dükkânları bu merkezin dört tarafındaki sokaklarla kesişiyor. Tarihi binalar ve kiliseler bu bölgede yoğunlaşmış. İnsan ilişkileri daha samimi ve bizdeki gibi sohbet fazla diğer gezdiğim ülkelere göre. Bir de burada self servis yerlerinde yemek sonrası tabağı kendiniz ilgili yere bırakıyorsunuz. Yaşlıların fazlalığı Viyana ve Budapeşte'ye göre daha fazla görünüyor.  Ayrıca bazı isimler Türkçeyle aynı. Taksi tarifesi, apartman, kat ve paket gibi kelimeler gözüme çarpan isimler. Kravatın ilk çıktığı yer olan Hırvatistan’da fiyatlar pek ucuz değil. Kaliteli ipek kravatlar 60 avrodan başlıyor 
 
Kısaca özetlemeye çalıştığım bu lokal Avrupa gezisinde dikkatimi çeken özellikleri paylaştım. Doğal olarak bir kenti tanımak için daha uzun kalmak gerekiyor. Sınırlı bir zaman diliminde gözünüze çarpanları o anın şartlarıyla değerlendiriyorsunuz. Daha iyi tanımak için o kentin kılcal kültürel odaklarına girmek ve daha fazla deneyimlemek gerekir. Aslında bu yazılarımın amacını da aşan bir durumdur. Burada izlenimlerimi kısaca paylaşarak seyahat edeceklere ve konuya ilgi duyanlara biraz bilgilendirme yapmaktır. İnsanın ruhundaki değişiklik motivasyonu ve ona eklemlenen keşfetme isteği ancak gezmek, görmek ve öğrenmekle mümkündür. Nice yolculuklara...