Belirsizlikler ve karışık olaylar karşısında nereden başlasak diye iki kelime çıkar ağzımızdan. Sınırları belli olmayan ve başlangıç noktaları iç içe girmiş, hiç bir metodolojiye girmeyen anlamlı ve anlamsız olaylar... Günümüzde yaşanan birçok olay bu minval üzerinden gelişiyor. Belki de bu yüzyılın zamanın ruhunun bir sonucudur.
Günümüzde dünya kendi etrafında dönerken değerleri de bir yerlere savuruyor sanki. Bu savrulmada çoğu insan yeterince nasibini aldı ve değerler başkalaştı. Ahlak, vicdan ve toplumsal normlar bitkisel hayatta. Dünyada vicdan denen şey farklı bir kültürlenmeye dönüştü. Ekonomik, sosyal, siyasal gibi etkenler tepkilerin ölçüsü oldu. Bu nedenle vicdanlar güçlüden yana olmanın konforuna çoktan girdi.
Basit bir soruyla başlarsak; Filistin’deki olaylar vicdanın neresinde ikamet ediyor? İsrail’in, öldürmek üzerine geliştirdiği savaş doktrini maalesef her gün daha çok insan kaybına sebep oluyor. Çaresizlik kelimesinin her harfine ağır anlamlar yükleyen bir sürecin içindeyiz. Savaş enstrümanları ve teknolojinin tüm imkânlarını kullanan bu haydut devletle baş etmek pek kolay görünmüyor. Alakalı ve alakasız ürünleri boykotuna indirgenen ya da kınama- lanetleme bakış açısı da sürece yarar sağlamıyor. Her gün onlarca insan ölüyor. Filistin de ölmek öyle Thomas Mann'ın Venedikte Ölüm romanı gibi değil. Ölüm şeklinin tüm versiyonlarını yaşayan bir halktan bahsediyoruz. Yel değirmenlerine saldırır gibi önüne geleni kendi yöntemleriyle yok ediyor. Bir yıl dolmadan 40 bini aşan ölü sayısıyla literatüre geçen acıklı bir hikâyenin tanığı olmaktan başka yaptığımız bir şey yok. Olan bitene nereden başlasak sorusu bir yerde duruyor.
Ya Diyarbakır’daki olay, bir aydan fazladır kamuoyunu uğraştırıyor. Çelişkiler, susmalar ve toplumun değer yargılarının yerle bir olduğu bir sürecin adı oldu, olup bitenler. Toplumda bir Narin duyarlılığı öylesine oluştu ki duyarsızlıklara karşı büyük tepkiler gelişti. Küçük bir köyde, sıra dışı bir olayı aydınlatmak ve resmin parçalarını birleştirmek çok kolay olmadı. Bu derece önemli bir cinayet bu kadar mı uğraştırır. Vicdan, ahlak, inanç nasıl sustu bu kadar? Cevaplı cevapsız sorular o kadar çoğaldı ki zannedersiniz olayı profesyol ajanlar tezgâhladı. Agathe Cristane hikâyelerini aratmayacak gelişmelere tanık olduk. Ne zaman, nasıl bu hale geldik bilmiyorum... Olaylar karşısında vicdanlar susuyor, herkes kendi zaviyesinden bakıp ona göre bir davranış şekli geliştiriyor.
Aslında gerek dünya ölçeğinde gerekse ülkemizde bizi rahatsız eden olaylara karşı tepki geliştirme refleksimiz halen var. Ancak adım atmada farklı bir strateji izliyoruz. Bakış açımız ve olayları yorumlamada mensup olduğumuz ideolojinin ya da ilişki bağlarımız kadar mesafe alıyoruz. Oysa bize öyle öğretilmedi ve bizler de öyle öğretmiyoruz. Adalet, dürüstlük, yardımseverlik ve vicdanı ortak paydaya alıp kişilik geliştirmede bu özellikler hep referansımız oldu. Ancak zamanla ilişki ağları bilgisayar virüsü gibi bu temel kavramların içine girip onları kendince dizayn etti/ediyor. Sonrasında değer yargılarımız içinde bulunduğumuz şartlar altında şekillenmeye başladı. Amalar, ancaklar ve bir sürü mesnetsiz argümanlar hayatımıza yön verir oldu. Geri dönüşü olmayan bir yolculuk çoktan başladı. Konumlandığımız düşünme sistematiği bize farklı bakış açıları sunuyor. Her sorunun cevabı artık farklılaşıyor. Vicdan konforlu bir hayatı tercih ederken diğer değer yargılarımız da kanıksama ve kabullere yeniliyor.
Bu sorun nasıl çözülür sorusunun cevabı pek kolay değil. Karışık ve karmaşık bir süreçten geçiyoruz. Bu sadece Türkiye’nin sorunu da değil, tüm dünya insanlık sınavından geçiyor. Bu süreç nasıl sonlanır ve nereye evrilir zaman gösterecek. Ama bir şeylerin ters gittiği aşikâr. Soruna nereden başlasak sorusu da cevap beklemeye devam ediyor...