Artvin'in Hopa ilçesi Cankurtaran mevkisinde yaşanan trajik olay, Türkiye’de çevre mücadelesinin geldiği vahim noktayı bir kez daha gözler önüne seriyor. Yıllardır süregelen rant projelerinin bir sonucu olarak karşımıza çıkan bu olayda, bir insanın canına kıyıldı ve iki kişi yaralandı. Peki, ormanda yürütülen bu acımasız saldırının sorumlusu sadece tetiği çeken kişi mi, yoksa bu düzenin yarattığı adaletsizlik ve cezasızlık politikası mı?

Sermayenin Gücü ve Hukuksuzluğun Egemenliği


Mesire alanı projesi adı altında ormanlık alanda yürütülen bu yağma, aslında bir avuç sermayedarın doğayı talan etmesine ve bunun karşısında duran köylülerin canına kast etmesine kadar uzanan bir sürecin sonucudur. Bu, sadece bir ihale süreci değil; hukukun, doğanın, insan yaşamının göz ardı edildiği, kâr uğruna her türlü değerin yok sayıldığı bir düzendir.

Reşit Kibar’ın ölümüne yol açan saldırının arka planında, bu düzenin koruma kalkanı altında hareket eden kişiler var. Devletin ve yerel yönetimlerin bu tür projeleri nasıl ve hangi gerekçelerle onayladığını sorgulamak gerekiyor. Şeffaflıktan yoksun ihale süreçleri, halkın görüşünün ve itirazlarının dikkate alınmaması, gücünü hukuksuzluktan alan bir sermaye düzeni yaratmaktadır.

Halkın Canı, Sermayenin Rantından Daha mı Değersiz?


Bu soruyu sormak gerekiyor: Halkın canı, sermayenin rantından daha mı değersiz? Cankurtaran’da yaşanan olay, bu sorunun acı bir cevabını veriyor. Türkiye’de çevre mücadelesi verenler, haklarını savunmak isteyen köylüler ve aktivistler, devletin ve sermayenin iş birliği ile yalnız bırakılıyor, hatta hedef haline getiriliyor. Bugün Reşit Kibar’ın vurulması, sadece bireysel bir saldırının değil, sistematik bir şiddetin sonucudur. Bu şiddet, rant odaklı politikalarla, doğayı ve insan yaşamını hiçe sayan bir anlayışla besleniyor.

Yasaların İşlevsizliği ve Cezasızlık Sorunu


Bugün Türkiye’de yaşanan bu tür olaylar, hukuk sisteminin işleyişine dair de ciddi bir sorgulamayı beraberinde getiriyor. Saldırının faili veya faillerinin yakalanıp yakalanmayacağı, gerçek bir adalet sağlanıp sağlanmayacağı ise büyük bir muamma. Geçmişte benzer olaylarda, faillerin cezasız kalması, halkın güvenini sarsan bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Eğer bu olay da adaletin sağlanmadığı bir örnek olarak kalırsa, toplumun hukuka olan inancı daha da zedelenecek ve benzer saldırıların önü açılacaktır.

Devletin Sorumluluğu ve Geleceğe Dair Umut


Devletin asli görevi, halkının can güvenliğini sağlamak, doğasını korumak ve adaleti tesis etmektir. Ancak Cankurtaran’da yaşananlar, bu görevlerin tamamen göz ardı edildiğini gösteriyor. İktidarın, rant odaklı projelere öncelik vererek halkın taleplerini yok sayması, yalnızca Artvin’de değil, Türkiye’nin her köşesinde benzer çatışmalara ve acılara yol açmaktadır.

Geleceğe dair umut, halkın dayanışmasında ve bu adaletsizliğe karşı yükselen seslerde yatıyor. Reşit Kibar’ın anısını yaşatmak, doğa talanına karşı mücadele edenlerin omuzlarında bir sorumluluk olarak duruyor. Ancak bu mücadele, sadece çevre aktivistlerinin veya köylülerin değil, herkesin sorumluluğunda olmalıdır. Çünkü bu düzenin doğaya, insana ve adalete karşı sürdürdüğü savaşta hepimiz birer hedefiz.

Sonuç olarak, Cankurtaran’da yaşanan bu olay, Türkiye’nin adalet, doğa ve insan hakları konusunda nerede durduğunu açıkça göstermektedir. Bu trajedinin gerçek sorumluları hesap verene kadar, bu mücadele bitmeyecek. Ve bizler, adaletin ve doğanın yanında durmaya devam edeceğiz.