12 Eylül 1980 darbesi, Türkiye tarihinde demokrasinin askıya alındığı, temel ve özgürlüklerin çiğnendiği karanlık bir dönemin başlangıcı oldu. Darbe, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'in önderliğinde ve ülkenin askeri vesayetinin güçlenmesine yol açtı. Bu süreç, demokrasi ve insan haklarını hiçe sayan bir dönem olarak anılarda yer aldı.

Darbenin Gerekçeleri ve Sonuçları

12 Eylül öncesinde Türkiye'deki siyasi kutuplaşma ve ekonomik kriz, darbeciler tarafından darbenin gerekçesi olarak açıklandı. Ancak bu nedenler, darbenin yarattığı yıkımı meşru kılmaya yetmedi. Ülke, darbenin ardından tam anlamıyla bir baskı rejimine girdi. Siyasi partilerin yasaklanması, binlerce kişinin tutuklanması, işkencenin yaygınlaştırılması ve 50 kişinin idam edilmesi, Erdal Eren gibi gençlerin dahi yaşı büyütülerek idam edilmeleri, bu dönemde hukukun rafa kaldırıldığı, adaletin askeri mahkemelerin insafına bırakıldığı bir süreç olduğunu gösteriyordu.

Darbenin baş aktörlerinden Kenan Evren'in "Asmayalım da besleyelim mi?" Sözü, dönemin ruhu ve darbecilerin insanın hayatına bakışını açıkça gözlerin önünde seriyordu. Bu şekil, acımasız ve baskıcı tutumunun bir sembolü haline geldi. Evren ve diğer darbeciler, ülkenin adeta bir kışla düzeninde yönetmeye çalıştılar; Demokrasiyi askıya aldılar ve her türlü varlığını susturdular.

Siyasal İslam'ın Yükselişi ve Laikliğin Yıpranışı

12 Eylül darbesi, Türkiye'de sadece sol ve devrimci hareketler değil, ülkücü grupların da baskısı altına aldı. Ancak ilginç bir şekilde, darbe sonrasında siyasal İslam'ın önü açıldı. Darbeciler, sol ve sağ kesimlerden gelen tüm muhalif sesleri bastırırken, dini gruplara geniş örgütlenme alan tanıdı. Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı imamların Almanya gibi çeşitli dini hizmetlerin sunulması için görevlendirilmesi, bu sürecin bir parçasıydı. Dini hizmetlerin finansmanı Suudi Arabistan merkezli Rabıta gibi kuruluşlar tarafından sağlanmaktaydı. Bu durum, laikliğin adım adım aşındırılmasına zemin hazırlandı.

Cumhuriyetin temel değerlerinin büyük zarar gördüğü bu süreç, ilerleyen yıllarda Türkiye'nin siyasal yapısının bozulmasına yol açtı. Laik devlet yapısı zayıflarken, muhafazakâr ve dini unsurların siyasetteki etkisi giderek arttı. Bu, Türkiye'nin Atatürk politikalarından uzaklaşmasına ve laikliğin giderek zayıflamasına yol açtı.

ABD ve Darbenin Uluslararası Boyutu

12 Eylül darbesi, sadece Türkiye'nin iç dinamikleriyle açıklanamaz. Bu dönemde ABD, Soğuk Savaş stratejisi çerçevesi Türkiye'yi "NATO'nun güney kanadı" olarak görüyordu ve darbenin gerçekleşmesine zımni destek verdi. ABD'nin bir yetkilisinin "Bizim çocukları başardı" açıklaması, darbenin çıkışının dış güçlerinin varlığına dair önemli bir ipucuydu. Türkiye, bu süreçte Batı'ya daha bağımlı hale geldi ve iç siyaset üzerinde dış etkenlerin etkisi arttı.

Darbenin Toplumsal ve Kültürel Yansımaları

12 Eylül darbesi, sadece siyasi değil, toplumsal ve kültürel açıdan derin izler bıraktı. İnsanların arasındaki güven sarsıldı, toplum kutuplaştı. Darbe sonrasında baskıcı rejim, sanat, edebiyat ve medya gibi alanlarda da ciddi sansür uyguladı. Cumhuriyetin kültürel ve sosyal yapısı büyük bir çözülme yaşandı. Darbenin ardından gelen yıllarda, Türkiye'de özgür düşünce ve gerilim ortamı büyük ölçüde yok edildi.

Kayıp Bir Nesil ve Derin Yaralar

12 Eylül darbesi, Türkiye'de demokrasiyi rafa kaldıran, derin bir kutuplaşmaya sürükleyen, cumhuriyetin temel değerlerine büyük zarar veren bir dönemi temsil ediyor. Bu süreç, sadece o dönem yaşadıkları değil, onların çocuklarını ve hatta torunlarının da yaşadıkları bir travmaya neden oldu. Toplumun hafızasında derin izler bırakan 12 Eylül, demokrasinin, insan haklarının ve adaletin ne denli kırılgan olabileceğinin acı bir şekilde gösterdi.

12 Eylül, Türkiye'nin karanlık bir dönemi olarak tarihe geçti ve bugün safra etkileri tartışılmaya devam ediliyor. Bu karanlık günlerin ortaya çıkacağı en önemli dersler, demokrasiyi ve özgürlükleri her koşulda savunmanın gerekliliğidir.