Davul, zurna, halay.

Sevinç, neşe, kahkaha.

Kadın, erkek, genç, yaşlı, çocuk.

Bugün günlerden bayram.

O aşiret, bu aşiret.

Zengin, fakir.

Ağa, maraba, çoban yok.

Bir köy, bir halk olmuş.

Bir halk kardeş, bir halk, bir can olmuş.

Halaybaşı; eğitmen, öğretmen

Memet Ali.

Ayşe, Fatma, Hasan, Hüseyin, Kafar...

Hayda bree kardeşler!

Bu halay çekilir.

Bu halay başgöz edilir.

Bu halay da oynanmaz mı?

El ele, kol kola, göz göze..

Ey ahali,

Bakın!

İşte güneş doğdu.

Bitti.

Bitiyor bu karanlık.

Ne vali ne kaymakam ne komutan.

Bu tören başka tören.

Bu mektep bizim mektep.

Sevinç ve neşeyle açıldı köy okulu.

Müdür Memet Ali hoca.

İlk konuşmasını yaptı.

“Herkes davetlidir.

Bu okul, sizin, bu okul hepimizin okuludur.

Gözünüz, gözümüz aydın.”

Çoluk çocuk, ana baba.

Sırayla girdiler.

Sınıf sınıf gezdiler, gördüler.

Kimi oturdu güldü.

Kimi kalktı güldü.

Sevinç, neşe, heyecan.

Kara tahta, beyaz tebeşir.

Kimi yazdı, kimi çizdi, kimi sildi.

Duvarda resimler.

En başta.

Mavi gözlü komutan.

Gazi Mustafa Kemal Paşa.

Herkes tanıdı.

Herkes sevdi, sevindi.

Sonra diğerleri..

Sıralı.

Attilla, Fatih, Yavuz, Sultan Murat...

Kimi tanıdı kimi tanımadı.

YAVUZ dedi; biri!

Tanıdı.

Dün gibiydi!

Hatırladı.

Kırk bin, elli bin..

Çoluk çocuk, kadın kız acımadan katletmiş..

Gitti, baktı, geldi baktı.

Zuladan zulasına aldı.

Yeri boş kaldı.

Bedeni heyecan sardı.

Evirdi baktı, çevirdi baktı.

Odun ateşine attı.

Narasını attı.

İntikam narası.

Dededen kalma miras..

İkinci gün fark etti müdür.

YAVUZ yoktu.

Yeri boştu.

Oturdu düşündü.

Kalktı düşündü.

“Evet dedi, evet bunu o almıştır.

Bunu Kafar almıştır. Başkası mümkün değil.” dedi.

Gitti.

Gördü.

Sordu.

“Yavuz’u ne yaptın Yavuz’u?”

Durdu.

Dinledi.

Güldü, gülümsedi.

“Ateşe attım.

Beyaz üstüne bir kara.

İlim irfan yurdunda.

Yakışmıyordu.

Şimdiki yerine daha iyi yakışıyor hocam.

Sen sağ, ben selamet.

Kendisine rahmet.

Öğretmenim.

Baş tacım!.”