Takvim yapraklarının 26 Aralık 2021 tarihini gösterdiği gün, ajanslara bir barışseverin öldüğü haberi düşmüştü. Hayatı zorluklar içerisinde geçen, Dünyanın tanıdığı Desmond Tutu, sonsuz yolculuğuna çıkmıştı. Tüm Dünya haberi, günlerce ilk haber olarak gördü, hayatı anlatıldı, belgeseller yayınlandı. Bizim yaygın medyada ise aynı özeni göremedik, öldü denilip geçildi. Sadece özgür medya olabildiğince, insanlığın insan olma sürecine katkı vermiş bu barışseverin yaşamını, mücadelesini sayfalarına taşıdı.

DESMOND TUTU

1931'de doğan Tutu, rejim kurulduğunda babası gibi öğretmen olmuştu.

Siyahlara toplumda "hizmetçi" rolü biçen rejim, öğretmenlerden de bunu benimsetmesini istiyordu.

Tutu, öğretmenliği bırakıp kiliseye girdi, 1960'ta rahip olarak atandı. Anglikan kilisesi içindeki rolünü, Güney Afrikalı siyahların durumuna dikkat çekmek için kullandı.

Nelson Mandela gibi Afrika Ulusal Kongresi'nin lider kadroları hapisteyken, 80'lerde ırkçılık karşıtı hareketin uluslararası alandaki yüzü oldu.

1984'te Nobel Barış Ödülü’nü aldıktan iki yıl sonra Cape Town'un ilk siyah Başpiskoposu olarak atandı.

Tutu, Güney Afrika'da "ulusun vicdanı" olarak kabul ediliyordu.

APARTHEİD

“Güney Afrika’da (GA) 1948-1994 yıllar arasında sürdüğü kabul edilen; siyahların oy hakkı tanınmayarak politik sistemin dışında tutulup ekonomik, sosyal sınırlamalar ve katı yasaklarla yönetildiği ırkçı beyaz azınlık yönetimi / rejimi” olarak tanımlanabilir.

MANDELA VE TUTU

Desmond Tutu ırkçı beyaz azınlık rejimine karşı sürdürdüğü mücadelesi; barışçı, eşitlikçi söylemleri ve saygın kişiliği nedeniyle,1994’te Güney Afrika’nın ilk siyah cumhurbaşkanı seçilen Nelson Mandela tarafından Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu Başkanlığı’na getirilmişti. Bu komisyon neden önemliydi? Desmond Tutu'ya göre; , Komisyon cezalandırmadan ziyade ulusal düzeyde ruhsal iyileşme, bağışlama, uzlaşma anlayışını yaymayı ve bunu topluma benimsetmeyi amaçlamıştı. Bu yüzden de komisyon karşısına çıkan kimi güvenlik görevlileri işlediği suçları itiraf etmeleri karşılığında affedilmişti. Adaletin sadece klasik cezalandırma ile sağlanacağını düşünenler ve mağdurlar için bu durum kabullenilmesi güçtü; ama yalnızca tam itiraf sonrası kişiler bağışlanmıştı.

Koca bir ülke kendi geçmişiyle, yaralarıyla yüzleşiyor böylece geleceğini yeniden kurabilme hayalini tüm yaşananları unutmadan ve intikam olarak nitelendirmeden bu kurulan komisyon üzerinden yüzleşerek kabul ediyordu. 1995 yılında Adalet Bakanının Güney Afrika parlamentosuna sunduğu tasarı metninde yer alan bir bölümü siz değerli okuyucularımızla paylaşarak, yorumu sizlere bırakmak isterim.

“Tasarı, Anayasa’nın bahşettiği “tarihsel köprü”ye uzanan bir yol, bir sıçrama taşı sunuyor. Toplumumuz çekişmeler, çatışmalar, anlatılmamış acılar ve adaletsizliklerin damgasını vurduğu geçmişinden, derinden bölünmüş bir toplum olmaktan bu köprüden geçerek sıyrılacak ve yine bu köprüden geçerek insan haklarının tanınmasına, demokrasiye, barış içinde bir arada yaşamaya dayanan; renkleri, ırkları, sınıfları, dinleri ya da cinsiyetleri ne olursa olsun bütün Güney Afrikalılara gelişme fırsatı sunan bir geleceğe doğru yolculuğuna başlayacaktır. Ulusal birlik arayışı, tüm Güney Afrika vatandaşlarının refahı ve barış, Güney Afrika halkı arasında uzlaşmayı ve toplumun yeniden yapılanmasını gerektirmektedir.

…Komisyonun amacı, derinden bölünmüş toplumumuzun ahlaken kabul edilebilir bir temelde sağaltılmasını sağlamaktır. Geçmişle yüzleşecek kadar cesur olmadığımız sürece, geleceğin güç sorunları ile de yüzleşemeyiz. Bu bir cadı avı değil, ulusal bir ahlaki vicdanın yeniden tesis edilmesi ihtiyacından kaynaklanan bir uygulamadır. İnsan haklarına ve insan onuruna saygıya dayalı bir topluma ulaşmak için ciddi şekilde çalışmadığımız sürece, geleceğimiz ulaşılmaz kalacaktır.”