Siyasette yaşanan ve yaşanacak her şeyin tarihte bir karşılığı veya yaşanmışlığı vardır dersek sanırım çokta yanılgılı olmaz. Yada varsayımı tersinden geliştirirsek yine bazı sonuçlara ulaşıp,günümüz ile karşılaştırma olanağımız olabilir. Aslında tarihi insanlığın birikimi olarak algılarsak, eski ile yeninin benzeşik özellikler barındırdığını söyleyebiliriz.

Hadi biraz tarihe yolculuk yapalım ve başlayalım. Büyük filozof ile'' büyük komutan'' arasındaki bir tarihsel diyalog şöyle başlar,yürür ve biter. Aynı zamanda M.Ö.2500 yıllarında olan bu dialogta ki soruları, zamanın ruhuyla şimdiye dairde yorumlarsanız bu tarihsel bağı kurabileceğinizi düşünüyorum.

''Büyük İskender'', büyük filozof Aristo’ya bir mektup yazıp sorar:

'Zapt ettiğim topraklardaki insanları tahakkümüm altında tutabilmek için neler yapmalıyım?'

1- Ülkenin ileri gelen insanlarını sürgüne mi göndereyim?

2- Ülkenin ileri gelenlerini hapse mi atayım?

3- Ülkenin ileri gelenlerini kılıçtan mı geçireyim?

Aristo’dan cevap gelir:

1- Sürgünde toplanıp sana karşı başkaldırırlar.

2- Hapishaneler militan yuvası olur, kontrolden çıkar.

3- Onlardan sonraki kuşak intikam hırsıyla büyür, tahtını sallar.

Aristo, çözüm olarak şu tavsiyede bulunur:

İnsanların arasına nifak tohumları ekeceksin. Birbirleriyle savaşınca, hakem olarak kendini kabul ettireceksin. Ama anlaşmaya giden bütün yolları tıkayacaksın!

Siyasetin o kadar kolay çözülecek ve insanların yararına olacak bütün her şeyi neden çözmek istemediği sanırım daha iyi anlaşılmıştır. Aslında siyaset çözümleri her daim bilir, basittir çözümler ama çözmek istemezler. Sorunlar çözülse nasıl yönetecekler? İktidar nasıl kadim kalacak? Öyle değil mi? Peki ya muhalefet. Onlar da aynı yaklaşımın iz düşümüdür aslında. İktidar ve çözümsüzlüğün tüm nüvelerini taşırlar. Hepsinin derdi Aristo'nun dediği gibi hakem olmayı düşlemektir.

Şimdi kısa bir an düşünün. Pandemi tüm Dünya insanlarını bu kadar tehdit ederken çözülemez bir sorunmuydu? Yada hayatımızı alt-üst eden ekonomik sıkıntılar, çözümsüz mü? Eski zaman savaşlarında yazılı olmayan bir kural uygulanırdı. Savaşlarda soylular, subaylar kolay kolay öldürülmezdi. Centilmenlik anlaşması vardı. Bu yazılı olmayan bir savaş hukukuydu. Yönetenler daima kendilerini korumaya almışlardı. Büyük naralar atarlardı, herkes sanırdı ki her şey ülke için, beka için. Öyle ya, bütün herkesin kaderi onların elinde. İskender,o çocuk komutan, kendini Tanrının oğlu olduğunu düşler, yaptıklarını Tanrının oğlu olduğundan, onu yani Tanrıyı onurlandırmak için yaptığını anlatarak meşrulaştırmaya çalışırdı. Oysa ki daha bir çocuk, eline verilmiş büyük güçle kendi kendine savaş oyunları oynayan ve insanların yaşamlarına hükmeden bir çocuktan öte bir şey değildi.

Farklı yada eleştirel düşünce, bugünün siyasetine yeni bakış açıları katabilir. Olana mahkum olmak, ona büyük güç atfetmek insanın öğrenilmiş yanlışlığıdır aslında. Sizin gibi olanın, size nasıl yaşayacağınızı söylemesi, onun belirledikleriyle, onun kurallarının içinde yaşamanızın neresi adil olur? Biraz düşünsek, birlikte her şeye karar verebilsek, başka bir dünya mümkün olmaz mı?