(ANKARA) - DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, İmralı sürecine ilişkin “Tecridin tamamen kaldırılması ve bu sürecin ilerletilebilmesi için Sayın Öcalan’ın özgür yaşam ve çalışma koşullarının hızla oluşturulması gerekiyor. Özellikle İmralı heyeti dışındaki heyetlerin adaya gitmesi, aydınların, yazarların, farklı siyasi partilerin ve bu konuda çalışma yürüten ilgili herkesin ve Sayın Öcalan’ın görüşmek istediği herkesle görüşme yapılacak koşulların hızla oluşması gerekiyor. Bundan imtina etmenin ülkenin barışına kaybettirdiğini ve bu sürece kaybettirdiğini ifade etmek isterim” dedi.
DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, TBMM'de basın toplantısı düzenledi. Konuşmasına Enfal katliamında hayatını kaybedenleri anarak başlayan Koçyiğit, "Bu katliamda diğerleri gibi cezasız bırakılmıştır. Biz de bir kanun teklifi hazırladık ve TBMM’nin de katliamı resmen tanıması için kanun teklifi vereceğiz. Bu aynı zamanda yeni dönemde tartıştığımız Kürt sorununun ortak çözümü için pozitif katkı sunacak önemli bir başlık olacak. Ortak bir gelecek kuracaksak ortak acıları anmayı, ortak yas tutmayı bilmemiz ve onlarla yüzleşmeyi bilmemiz gerekiyor" dedi.
"Bugün KCK operasyonlarının da yıl dönümü" diyen Koçyiğit, "12-14 Nisan 2009 tarihinde yine bir barış ve çözüm tartışmasının arefesindeyken eş zamanlı operasyonlar yapılmış ve o dönemin aydınları, gazeteleri, yazarları tutuklanmıştı. Şimdi o iddianameleri yazanların, davaları hazırlayanların birçoğunun cezaevinde ya da başka yerlerde olduğunu çok iyi biliyoruz. O gün karanlık bir el devreye girmişti ve çözüm tartışmalarını KCK operasyonları ile sabote etmek istemiş ve bunda da başarılı olmuştu. Bugün bu nedenle çözümün, diyaloğun gereğini yeniden vurgulamak istiyorum" ifadelerini kullandı.
"Tecritin ortaya kalkması gerektiğini bizler söyledikçe bazı çevreler bunu anlamamakta direniyorlar"
Koçyiğit’in konuşmasından öne çıkanlar şunlar:
“DEM Parti bütün kurulları ve yapısıyla birlikte gerçekten demokrasi gelişsin bu ülkenin hakları eşit ve özgür yaşasın diye mücadele ediyor. Herkesin hak ve adaletten yararlandığı bir Türkiye için mücadele ediyoruz. Fakat şöyle tartışmalar da oluyor, bu mücadelenin en temel başlıklarından birisinin de müzakere olduğunun altını çizmek isterim. Evet biz müzakereyi demokratik Türkiye’den, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünden ayrı görmüyoruz. Bu yüzden mücadele ve müzakere dinamiğini birlikte yürütmek, birbiri ile olan ilişkisini, birbirini besleyen yönlerini görmemiz gerekiyor. Bu vesileyle de bir çok siyasi parti ile görüşmeler yaptık ve özellikle de çözüme katkı sunacağını düşündüğümüz bölge ülkeleriyle de çeşitli diplomatik faaliyetler yürütüyoruz. Bu anlamıyla gerçekten Kürt sorunu çözülmüş bir Türkiye mücadelesini sadece içeride değil bölgede de yürütüyoruz.
Tabi geçen hafta Sayın Cumhurbaşkanı ile İmralı heyetimizin görüşmesi vardı. Bu görüşme özellikle Sayın Öcalan’ın tarihi bir inisiyatif geliştirmeye çalıştığı, Kürt sorununun şiddet ve çatışmadan arındırılması, tarihsel Kürt ve Türk ittifakının güçlenmesi için yaptığı barış ve demokratik çağrısını aslında yeni bir aşamaya taşıyan, yeni bir aşamanın başlangıcını oluşturan önemli bir eşikti. O anlamıyla bundan da memnuniyet duyduğumuz ifade etmek isterim. Bu görüşmede şimdiye kadar yürütmeye çalıştığımız sürecin aksayan ve tıkanan yönleri aslında ele alındı. Sürecin dinamiği niteliğindeki adım aslında İmralı tecridinin lağvedilmesi, Sayın Öcalan’ın hedeflediği çalışmaların yapılması için gerekli koşullarının sağlanmasının gerekliliği de bu görüşmede tekrar teyit edilmiş oldu.
Tecridin ortaya kalkması gerektiğini bizler söyledikçe bazı çevreler bunu anlamamakta direniyorlar ve gerçek anlamda bu meseleyi çarpıtan yaklaşımlar olduğunu da görüyoruz. Hepimizin düşlediği barışı ve çözümü mümkün kılacak adımları atan, atacak olan aktör Sayın Öcalan değil midir? Evet kendisidir. Yine kendisi ile yapılan görüşmede kendisi bu iradeyi açıkça ortaya koymamış mıdır? Evet koymuştur. O zaman madem ki silahlar sussun, şiddet son bulsun isteniyor o zaman neden bunu yapacak en önemli aktör şu anda tecrit altında tutuluyor? Bunun önüne neden engel konuluyor? ‘Çözümü, barışı istemeyen kimdir’ diye de bütün bu tablonun içerisinde bu soruyu biz yeniden sormak istiyoruz.
Çünkü bu tarihsel sorun ve ülkenin sırtındaki en büyük yükü kaldırmaya beraber kararlıysak, böyle bir yola beraber girdiysek, madem herkesin çok büyük anlamlar yüklediği tarihsel bir eşikteysek o zaman neden hala içtihattan, usulden dem vuruluyor. Bunu gerçekten anlamakta zorluk çekiyoruz. Şimdi Meclis çatısı altındayız, belki defa Meclis’te kez konuştuk, bu kürsüde de çok konuştuk ve hep şunu sorduk: ‘Bu Meclis Kürt sorununun demokratik çözümü için ne yapacak?’
"Meclis’in izleyici pozisyondan hızla çıkması, inisiyatif alması ve elini taşın altına koymasının zamanı geldi çoktan geçiyor da"
Bakın 1 Ekim’den beri dünya kadar tartışma oldu, belirli aşamalar oldu, çağrı yapıldı ama halihazırda Meclis’ten hiçbir adım atıldığını görmüyoruz. Halihazırda Meclis’ten bir tane yaprak kımıldamıyor, hala hiçbir inisiyatif geliştirilmiş değil. Bunu anlamakta güçlük çekiyoruz. DEM Parti ve halkın aslında demokratik toplum ve barışın inşası için atılacak adımlara dair ne beklediği, ne yaptığı çok açık ve net bir şekilde ortadadır. Ama halihazırda diğer taraftan, hükümet kanadından özellikle Meclis’in sessizliğini kaygı verici olduğunu ifade etmek istiyorum. Bu konuda Meclis’in izleyici pozisyondan hızla çıkması, gerçek anlamda inisiyatif alması ve elini taşın altına koymasının zamanı geldi çoktan geçiyor da.
Bu hafta İmralı heyetimiz Sayın Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile bir görüşme gerçekleştirecekler. Bu görüşmede sürecin özellikle yasal meseleleri, ceza infaz hukuku ve diğer başlıklara dair kendisi ile bir görüş alışverişi yapılacak. Ama tabii ki sürecin daha detaylı bir şekilde ilerlemesi için Meclis’in rol üstlenmesi ve sürecin gerçekçi bir yasal zemininin oluşturulmasına ihtiyaç var. Halihazırda bu yasal zeminden uzaktayız, bu yasal zeminden yoksun şekilde süreç ilerletilmek isteniyor.
Bu iş neden Meclis’te çekilecek? Çünkü bu çağrı bütün ülkeye, 85 milyon yurttaşa, Türkiye halklarına yapılmış bir çağrı. Doğal olarak 85 milyon yurttaşın iradesinin tecelli ettiği yer olan Meclis’in de halkı temsil eden bir kurum olarak hızla sürece müdahil olması gerekiyor.
Bu süreç 1 Ekim’den önce başladı ama biz ondan çok önce umut hakkıyla ilgili kanun teklifini yine Meclis’e sunmuştuk. Aslında bizim gündemimiz çok uzun süredir umut hakkının tanınması, tecridin kaldırılması, Kürt sorununun demokratik yollardan çözülmesidir. Heyetimiz bu süreci adım adım, şeffaf şekilde kararlılıkla devam ediyor. Ancak tecrit devam ediyor, Sayın Öcalan’ın heyet dışında bir görüşme trafiği oluşmuş değil. Bayramda aile ile sınırlı bir görüşme yaptı. Onun dışında heyetle sınırlı bir görüşme trafiği yürüyor. Bunun kabul edilebilir olmadığının altını çizmemiz gerekiyor. Tecridin tamamen kaldırılması ve bu sürecin ilerletilebilmesi için Sayın Öcalan’ın özgür yaşam ve özgür çalışma koşullarının hızla oluşturulması gerekiyor ve bu konuda da özellikle İmralı heyeti dışındaki heyetlerin adaya gitmesi, aydınların, yazarların, farklı siyasi partilerin ve bu konuda çalışma yürüten ilgili herkesin ve Sayın Öcalan’ın görüşmek istediği herkesle görüşme yapılacak koşulların hızla oluşması gerekiyor. Bundan imtina etmenin ülkenin barışına kaybettirdiğini ve bu sürece kaybettirdiğini ifade etmek isterim.
"İktidar pratiğiyle hem kendi meşruiyetini hem de çözüme dair niyetini sorgulatan bir pozisyondadır"
Topluma bir çağrı yaptı Sayın Öcalan. O zaman bu çağrısını bizzat kendisinin topluma anlatması doğru olan değil midir? Bunu aracılarla ifade etmek yerine kendi sesinden, kendi sözünden toplumla temas etmesi ve barış ve demokratik toplum çağrısını bizzat kendisinin topluma ifade etmesinin en doğru yöntem olduğunu söyleyelim. Bu anlamıyla iktidara çok sorumluluk düşüyor. İktidarın çözüm ve barış konusunda hızla güven artırıcı adımlar atması gerekiyor çünkü bu konuda kamuoyunda ciddi bir kafa karışıklığı, güven bunalımı olduğunu biliyoruz. Bugün herkes ‘Kürtlerle barış, muhaliflerle savaş olur mu?’, ‘Kürtlere özgürlük, muhalefeti susturmak olur mu?’, ‘Bir yandan kayyum atanarak bir yandan barış görüşmeleri yapabilir mi?’, ‘Bir yandan düşman hukuku uygulanırken bir yandan da demokratik hukuk konuşulabilir mi?’ gibi sorular soruluyor. Bu soruların müsebbibinin de bizzat hükümetin kendi pratikleri olduğunu ifade edelim. İktidar pratiğiyle hem kendi meşruiyetini hem de çözüme dair niyetini sorgulatan bir pozisyondadır. Hızla buradan çıkması ve toplumu kutuplaştırıp çözüm tartışmalarını negatif etkileyecek pratiklerden de hızla kaçınması gerektiğini ifade etmek istiyorum.
Bu güven artırıcı adımların başında haksız yere tutuklamaların derhal sonlandırılması, tutuklamanın bir yöntem olarak tercih edilmesinden vazgeçilmesi gerekiyor. Gezi ve Kobani gibi kumpas davalarının hızla ortadan kaldırılması, AYM ve AİHM kararlarının hemen uygulanması gerekiyor. Cezaevlerinde bugün ölümle burun buruna gelmiş hasta mahpusların derhal salıverilmesi gerek. Siyasi tutsaklara yönelik ayrımcı infaz hukukunun hızla gözden geçirilmesi, kuyu tipi Y ve S tipi cezaevlerinin lağvedilmesi, tek kişilik hücrelerin ve tecrit sisteminin terk edilmesi gerekiyor. Bugün ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engellerin de hızla kaldırılması gerekiyor. Herkesin demokratik değerlerin özüne saldırılmayacak şekilde görüşlerini, düşüncelerini tartışabileceğini, protesto hakkını kullanabileceği gerçekten özgür ve demokratik bir Türkiye’ye ihtiyacı var. Bunun koşullarını oluşturmak da bizzat hükümetin sorumluluğundadır. 27 Şubat çağrısında Sayın Öcalan ifade etmişti. Demokratik uzlaşma temel yöntemdir. Biz de DEM Parti olarak bunu temel bir yöntem olarak ele alıyoruz.
"Eğitim kurumlarını siyasal kadrolaşma alanı olmaktan çıkarın"
Milli Eğitim Bakanlığı’nın pek çok okuldaki öğretim kadrolarını ya açığa aldığını ya da onların yerlerini değiştirdiğini belirten Koçyiğit, “Aslında ‘proje okullar’ adı altında kendi siyasi kadrolarını yetiştirmek gibi bir pratiğe girdi. Bunun eğitime ideolojik bir bakışın yansıması olduğunu biliyoruz. Milli Eğitim Bakanı da YÖK de aslında eğitim sistemini AKP iktidarının ideolojik yaklaşımına göre şekillendirmek, kendi ideolojik bakışlarına göre yeni bir genç kuşak, toplum inşa etmek istiyorlar. Buna karşı da öğrenciler büyük bir tepki gösterdiler. Buradan Milli Eğitim Bakanı’na seslenelim. Proje okullardaki tüm görevden alma ve atamaları geri çekin, atama süreçlerine liyakat, kıdem, mesleki yeterlilik gibi objektif meslek kriterlerine uygun yapın, öğrencilere yönelik soruşturma ve baskılara son verin. Eğitim kurumlarını siyasal kadrolaşma alanı olmaktan çıkarın ve eğitim sistemini ideolojik saiklerle şekillendirme anlayışından derhal vazgeçin.
Bu hafta Meclis’e iklim yasası gelecek. Buna bir iklim yasası demek iklimi, doğayı, çevreyi koruyan bir yasa demek mümkün değil. Tam anlamıyla AKP’nin sermaye lehine yaptığı bir düzenlemedir. Bunu ticari saiklerle hazırladıklarını AKP grubundan imzacı olan vekiller bizzat kendileri de bunu ifade ettiler. Bu hafta da bu yasaya sonuna kadar muhalefet edeceğimiz ve geçmemesi için elimizden gelen bütün çabayı göstereceğiz.
"İstanbul’da ortalama kira 24 bin TL olmuş, asgari ücret ise 22 bin TL"
Ülkede büyük bir açlık ve yoksulluk var. Bir kira yardımı kanun teklifi verdik. En azından bu konuda dar gelirlilere bir nebze de olsa katkı sunmak ve dar gelirlinin kira derdini biraz da olsa hafifletmek gibi bir amacımız var. Bu konuda Meclis’in de üstüne düşeni yapması gerektiğini ifade etmek istiyorum. İstanbul’da ortalama kira 24 bin TL olmuş, asgari ücret ise 22 bin TL. Bu Meclis artık copy-paste yapılan, AYM’den dönen KHK’ların tekrar yasallaşacağı zemin değil; halkın derdine derman olacak yasaların yapılacağı bir Meclis pratiğine hızla dönmelidir. AKP’yi muhalefetle konuşarak, uzlaşarak,toplumun ihtiyaçlarını gözeten bir yerden yasa yapmaya davet ediyorum.”
"Biz Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğünü talep ediyoruz. Bunda bir tartışma yok"
Gazetecilerin sorularını da yanıtlayan Koçyiğit, umut hakkına ilişkin soru üzerine "Biz Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğünü talep ediyoruz. Bunda bir tartışma yok. Ama bugün ilk elden yapılması gereken, oraya gidiş aşamasının taşlarını döşeyecek olanın hızlı bir şekilde çalışma koşullarının düzeltilmesi, herkesle görüşebileceği bir iklimin oluşturulması ve tecridin ortadan kaldırılması olduğunu ifade etmek isterim.
Sivassporlu futbolcuların Fenerbahçe maçı öncesi sahaya çıkarken taşıdıkları "Doğal olan normal doğum" yazılı pankartı da sorulan Koçyiğit, “Ben yıllarca hemşirelik yaptım. Bu konu aslında çok erkeklerin ya da spor sahalarına inmiş kişilerin karar verebileceği bir şey değildir. Bu karar kadınların kararıdır. En nihayetinde kadınlar kendi bedenleri ile ilgili kararları vereceklerdir. Bir doğumun en sağlıklı olanı kadının psikolojik sağlığından tutalım, fiziksel sağlığına kadar hekimiyle birlikte istişare ederek vereceği kadardır. Bu anlamda ‘normal doğum normaldir, sezaryen yanlıştır’ gibi kadınları tekrardan sıkıştırmak, bunun üzerinden psikolojik basınç uygulamayı bir kadının bedenine yönelik politikanın bir parçası olarak görürüz. Bu tartışmayı kadınlar yürütmelidir ve kadınlar kendi kararlarını vermelidir. Futbolcular da bence top oynamalıdır” yanıtını verdi.
"Bu süreci yürütmesi gerekenler Kandil, İmralı ve bizzat hükümetin kendisidir"
Koçyiğit, "Aldığımız duyumlar terör örgütü silah bırakmadan Ankara’nın da harekete geçmeyeceği şekilde. Bu konuda ne söylemek istersiniz" sorusunu da şöyle yanıtladı:
"27 Şubat deklarasyonunun kendisi Sayın Öcalan’ın çağrısı. Ama sadece Sayın Öcalan’ın çağrısı değil. Bu Sayın Öcalan ile devlet arasında oluşmuş bir mutabakat. Sonuçta bu devletten bağımsız bir mutabakat olduğunu ve bu metnin böyle çıktığını düşünemeyiz. Bu anlamıyla bu çağrı sadece PKK’ye değil, aynı zamanda hükümete, aynı zamanda devlete, aynı zamanda Türkiye toplumunun hepsine yapılmış ve herkese yüklenen bir çağrıdır. Bu anlamıyla PKK, çağrıdan kendi üzerine düşeni aldığını ifade etti. Silah bırakacağnı, bu konuda Sayın Öcalan’ın geliştirdiği sürecin tamamen arkasında olduğunu, hiçbir tereddüdünün olmadığını ifade ettiler. Bundan sonraki süreç devlet ile PKK arasındaki görüşmelere kalıyor açıkçası. Yani bu koşulların oluşturulması devletin sorumluluğundadır. Birçok beyanlarında var o anlamıyla biz onların adına konuşacak pozisyonda değiliz ama basına ve kamuoyuna yansıyan yaptıkları açıklamalardan şunu en azından anlıyoruz; ‘Biz silah bırakmak, kongreyi toplamak istiyoruz ama bu koşullardan yoksunuz’ diyorlar. Yani güvenlik koşulları ve bazı özel koşullar öne sürüyorlar. Bu koşullardan birisi de Sayın Öcalan’ın özgürlüğüdür. Bu anlamıyla devletin bir mesai yapması gerektiğini düşünüyoruz. Bizim buradan bir çağrı yapmamızın bir etkisinin olacağını düşünmüyoruz. Zaten örgütüne bir çağrı yapmış Sayın Öcalan. Biz de Sayın Öcalan’ın geliştirdiği sürecin arkasında olduğumuzu tam mutabakatla parti olarak da Kürt halkı olarak da ifade ettik. Bu bir süreç. Bu süreci yürütmesi gerekenler Kandil, İmralı ve bizzat hükümetin kendisidir. Onların görüşmesi, onların tartışması ve onların bu süreci hal yoluna koyup işleri çözmesi gerekiyor.”
Bakan Tunç ile görüşmenin ardından İmralı Adası’na gidilip gidilmeyeceği sorusu üzerine Koçyiğit, “Sayın Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile görüştükten sonra tekrar İmralı’ya gitmek için bir başvuru yapılacak ve bir gidiş öngörülüyor ama takvimi başvuru yapıldıktan sonra Bakanlık öngörüyor. Bu anlamda kesinleşmiş bir takvim yok” dedi.