Bu yazıyı ajanslardan gördüğüm bir haberden sonra hazırlamaya karar verdim. Daha önce okuduğum birçok kitapta cadılık ve kadın üzerinde yürütülen tüm katliamların yüzyıllar boyunca nasıl planlanıp gerçekleştiğini, kutsal metinlerin bu işlere nasıl dahil edildiğini, işin gerçek nedeninin neler olduğunu bu yazımda siz sevgili okuyucularımızla paylaşmak istedim. Belki önemsemeyeceksiniz, yüzyıllar önce olmuş diyecekseniz ama öyle değil işte. Hâlâ katliamlar devam ediyor, hâlâ kadınlar değişik adlandırmalara maruz kalarak öldürülüyor.

İlk kez Ortaçağ döneminde kadınlara yönelik cadılık iddiaları ortaya atılmış ve devamında Hıristiyan kilisesinin batıl inançlarından beslenen ve zamanla sapkın bir teolojik fikre dönüşen cadı avları başlamıştı.

Cadı avlarının ilk kurbanları ebeler ve şifacı kadınlar olmuş, bitkileri çok iyi tanıyan bu kadınların, tek bir ihbar ile tutuklanarak çeşitli işkencelere maruz kalmaları, tutuklama sürecindeki sorgulama ve işkence şekillerinin, iki engizisyon rahibinin yazdığı ve “Maleus Maleficarum” adı verilen kaynak kitaba dayanılarak yapıldığı bilinmektedir.

Cadıların özellikle kadınlarla ilişkilendirildiğinin altı çizilmelidir. Kadınların, cadı dolayısıyla düşman olduklarını destekleyen görüşler yüzyıllar boyunca yüz bin'den fazla kadını katletmiş ve bu sayının yarısının bugün Almanya olarak bilinen bölgede gerçekleşmiş olması tarihi açıdan çok ilgi çekicidir. Biz Almanya denilince sadece 2. Dünya Savaşında yaşanan, Yahudi Katliamını biliriz değil mi? Oysa Almanya, kadın katliamlarının da merkeziydi.

Kadınların suçlanmasını sağlayan standart bir ölçüt yoktu. İlk başlarda ebeler ve şifacı kadınlar büyü yaptıkları iddiasıyla hedef olarak seçilmişlerdir, ilerleyen safhalarda ise bu ayrım ortadan kalkmıştır. Soylu, rahibe, şehirli olan kadınların da suçlanabilmesi, korkunun halk arasında daha da yayılmasına neden olmuştur. Açıkça ifade etmek gerekirse her kadın her an tutuklanma tehlikesiyle karşı karşıyaydı, çünkü tutuklanma için tek bir kişinin ihbarı yeterlidir. Özellikle cadılık ile suçlanan kadınların mal varlığının 2/3’sinin feodal hükümdara kalması, geri kalan 1/3’inin ise sorgulayan hâkim, cellât ve ihbar eden kişiler arasında paylaştırılması ve onun sonucu olarak yoksulluğun en fazla yaşandığı dönemlerde bile bu kişilerin giderek zenginleşmesi dikkat çekicidir. Bakın işte işin özü ortaya çıkmaya başladı.

Gelelim yazıyı yazmama sebep olan habere; İspanya'nın özerk bölgesi Katalonya'nın parlamentosu, 15-18'inci yüzyıl arasında 'cadılık' suçlamasıyla idam edilen yüzlerce kadını resmen 'affeden' ve onurlandıran bir kararı kabul etti. Yerel tarih dergisi Sapiens'in girişimiyle kabul edilen kararda, yüzlerce yıl önce 'cadı' oldukları gerekçesiyle işkenceye maruz bırakılan ve asılarak idam edilen 1000'e yakın kadın affedildi.

Karar, hem 100'den fazla Avrupalı tarihçinin "Onlar cadı değildi, onlar kadındı" başlıklı manifestosunun, hem de İskoçya, İsviçre ve Norveç'te de kabul edilen benzer tasarıların ardından geldi. Katalonya parlamentosunun girişimine ön ayak olan tarihçiler, 15-18'inci yüzyıllar arasında 'cadılık' suçlamasıyla işkence yapılan ve öldürülen 700'den fazla kadının ismini ortaya çıkarmıştı.

Katalonya parlamentosunun kadın milletvekillerinden Jenn Diaz, kararın ardından yaptığı açıklamada"Bize eskiden cadı diyorlardı, şimdi 'feminazi' veya 'histerik, cinsel açıdan öfkeli' diyorlar. Geçmişte 'cadı avı'na çıkıyorlardı, biz şimdi bu yaşananlara kadın cinayeti diyoruz" ifadelerini kullandı. Özerk hükümetin başkanı Pere Aragonès ise cadı avlarını 'kurumsallaştırılmış kadın cinayetleri' olarak niteledi. Katalonya'da çeşitli sivil toplum kuruluşları, yeni kararla affedilen kadınların isimlerinin sokaklara verilmesini de talep etti.

Bu talebin kabul edileceğinden eminim, yüzleşme ve iade i itibar nasıl da önemli. Parlamentonun kararı bölgesel de olsa insanlığa büyük bir ders veriyor. Dilerim yazıyı okuduktan sonra ''cadı'' sözcüğünü kullanırken binlerce kadının bu ithamla öldürüldüğünü bilerek, daha dikkatli oluruz.