1 Eylül Dünya Barış Günü’nün anlam ve önemine değinerek sözlerine başlayan Kop, “ Almanya'nın Polonya'yı işgal ettiği ve 2. Dünya Savaşı'nın başladığı tarih olan 1 Eylül, savaşa karşı olan milyonlarca insan tarafından Dünya Barış Günü olarak kutlanıyor” dedi.
Kop, açıklamasına şöyle devam etti:
“Barış gününü kutladığımız bugün Dünyanın birçok yerinde bölgesel ve yerel savaşlar ile çatışmalar devam etmektedir. İsrail-Filistin savaşı, Rusya'nın Ukrayna işgali ile devam eden savaş, Sudan, Myanmar, Burkina Faso, Mali, Libya'da süren savaşlar/çatışmalı ortam ve Suriye iç savaşı ile Rojava'daki çatışmalı ortam binlerce sivil ölüme neden olmuştur. Birleşmiş Milletler raporlarında ağır silah kullanımının giderek arttığı, ayrım gözetmeyen orantısız saldırılar sonucunda sivil ölümlerinin beşte birinin "kadın ölümleri" olduğu belirtilmektedir.
Türkiye, Kürt meselesini aşırı güvenlikçi politikalarla çözme ısrarını 1990'lardaki köy boşaltma ve yakmaları yerine günümüzde güvenlik politikaları adı altında sınır duvarları, güvenlik barajları, kalekol ve karakol inşaatları, ekonomik ve ekolojik talanın savaş aracı olarak kullanılması ile devam ettirmektedir. 40 yıldır devam eden çatışmalı süreçte başta yaşam hakkı olmak üzere en temel insan hakları sürekli ve sistematik olarak ihlal edilmiştir. Devlet, toplumdan gelen temel hak ve özgürlüklerin tanınması talebine karşı aşırı güvenlikçi politikalarla cevap vererek meselenin kutuplaşmanın sonucu olarak bugün hala Kürdistan coğrafyasında bir çatışma ortamı devam çözümünden uzaklaşmış, bu durum Türkiye toplumunun kutuplaşmasına neden olmuştur. Bu etmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu tarihten bu yana geçen bir asırlık süre zarfında başta Kürtler olmak politikalar sonucu ne yazık ki toplumsal barışını tesis edememiş bir ülke olmayı sürdürmektedir.
Kürt sivil siyasetçiler, insan hakları savunucuları, gazeteciler, sanatçılar birçok insan sadece devletten farklı düşündükleri için hapishanelerde tutulmakta veya iltica etmek zorunda kalmaktadır. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliği Türkiye'de "gazetecilerin, insan hakları savunucularının ve sivil toplumun uygulanan sistemik baskı ve hukuki yaptırımlar ile belirginleşen ciddi anlamda hasmane bir ortamda faaliyetlerini yürüttüklerini, Türkiye'de ifade özgürlüğünün tehlike altında olduğunu" vurgulamıştır.
Barış talebinin medeni ve siyasi haklarla (yaşam hakkı, işkence yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, adil yargılanma hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü vb.) olduğu kadar ekonomik, sosyal ve kültürel haklar (çalışma hakkı, konut hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, dil hakları) ile de ilişkisi bulunmaktadır. Herhangi bir coğrafyada barışın tesis edilememesi kişilerin insan olmaktan kaynaklı birçok hakkını aynı anda ihlal etmektedir”.
Muhabir: Belgizar Abiri Şimşek