(TBMM) - İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, "Türkiye’de kadının adı, tarihte örneğine rastlanmayacak şekilde yok edilmekte ve silinmektedir. İktidar, kadınlara ‘doğurun’ talimatı verirken ‘yaşayın’ demeyi aklından geçirmemektedir. 2025 sözde aile yılı ilan edilirken, ailenin diğer yarısı olan kadının hali umurlarında değildir. Cumhuriyet fikrinden uzaklaşıldıkça kadınlar da yaşamdan uzaklaştırılmaktadır. Kadınları hem sosyal hem de ekonomik şiddetten korumak için mevcut yasaların etkin bir şekilde uygulanması gerekmektedir ancak İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması psikolojik bariyeri yıkmış, kadınların hukuki güvencelerinin zayıflatılmasına yol açmıştır. Hukukun üstünlüğüne inanıyorsak kadınları korumayan bir hukuk düzenini asla kabul edemeyiz" dedi.

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin TBMM'deki haftalık grup toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Grup salonuna pazar günü hayatını kaybeden sanatçı Edip Akbayram'ın "Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz" şarkısıyla giren Dervişoğlu'nu salondaki partililer, ellerindeki Türk bayraklarıyla karşıladı.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla kadınların yoğun katılım gösterdiği grup toplantısına Dervişoğlu, konuşmasına "Bugün cennet vatanımızın her bölgesinden kadın misafirlerimiz ve dava arkadaşlarımız var. Partimiz kurulduğu günden beri 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne denk gelen haftada, grup toplantımızı kadınlarımızın yüksek katılımları ile gerçekleştiriyoruz. Gerek salonumuza teşrif eden ve gerekse ekranları başında ve sosyal medya platformlarında bizleri izleyen tüm kadınlarımızı sevgi ve saygıyla selamlıyorum" sözleriyle başladı. 

Konuşmasında ekonomiye ilişkin değerlendirmelerde bulunan Dervişoğlu'nun açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

"Güzel günler görmeye hasret kalan milletimiz, ‘Aldırma gönül aldırma’ diye diye ekonomik krizin yakıcı ortamında tam 7 yıl geçti. İktidarın kasıtlı bu yoksullaştırma siyaseti içerisinde girdiği, yeni bir ramazan ayının ilk haftasındayız. Allah cümlemize nice hayırlı ramazanlar göstersin inşallah. Ancak saray iktidarının Türk milletine reva gördüğü hayat içerisinde bollukla, bereketle, paylaşmakla mülhem bu mübarek ay bile maalesef anlamını yitirmektedir. Vatandaşımız dünya nimetleriyle olan nefis imtihanını, iktidarın doymak ve durmak bilmez nefsi sebebiyle bir yaşam mücadelesi şeklinde yürütmektedir. Ne yıllardır tutulmayan vaatler ne sonu gelmeyen laf kalabalıkları vatandaşın aç karnını doyurmamakta, ruhunu zenginleştirememektedir.

Bir de devletin kurumları bu yalan dünyasına alet olmuşken geldiğimiz noktada TÜİK ile vatandaş mahkemeliktir ve bu hal, iktidardaki kimsenin umurunda değildir. Onlar çatlarcasına kul hakkı yerken, milletin huzurunu sağlamak ve mutlu kılmakla sorumlu devlete olan güven kaybolmuştur. Bu güven kaybı, milletleri içeriden çürüten bir hastalıktır. Bu yüzden verileri, sayıları bu gözle okumak gerekmektedir. Bir ekonomide güven endeksi, 0-200 aralığında ölçülür. 100 puanın altında, ekonomiye güven yok ve vatandaş kötümser demektir. Veriler yerine sarayın dileklerini yayımlayan güven kaybının baş aktörlerinden davalı TÜİK’in verilerine göre, Ocak 2025 güven endeksi 99,2 olmuştur.  Ekonomi aktörleri ile hükümet arasındaki görüş farklılığı, Merkez Bankası’nın şubat ayı ‘Sektörel Enflasyon Beklentileri Anketi’nin sonuçlarında da kendini göstermektedir. 12 ay sonrasına dönük yıllık enflasyon beklentilerini araştıran ankete göre; yıllık enflasyon beklentisi reel sektör temsilcilerinde yüzde 41,9, hane halklarında ise yüzde 59,2’dir. Merkez Bankası enflasyon hedefini yüzde 21’den 24’e yükseltmesine rağmen reel sektörün enflasyon beklentisi bankanın hedefinin yaklaşık iki katı, hane halklarının beklentisi ise yaklaşık üç kat üzerinde olmasıdır. 

"Kendi yalanlarına inanmaya başlayan bir yönetim aklı ülkeyi felakete sürüklemekte"

Ortaya çıkan rakamlar arasındaki uçurum göstermektedir ki aynı ülkede yaşıyoruz ancak aynı ülkeyi yaşamıyoruz. Erdoğan ve adları her ne kadar bakan olsa da etkisiz ve yetkisiz birer sekreterden farksız olan tahsildarlarının yap-boz yöntemi ile yürüttükleri ekonomi anlayışı olduğu sürece, vatandaşlarımızdan esnafımıza, büyük sanayiciden üreticiye kadar tüm kesimlerin ekonomi politikasına ve uygulamalarına güvenmemesi vakayı adiyedendir. Rakamlarla ortaya çıkan vahim tablo yalnız enflasyon oranları ile sınırlı değildir. TÜİK tarafından açıklanan 2024 yılına ilişkin büyüme rakamları da benzer şeyleri söylemektedir. TÜİK’e göre ülke ekonomisi 2024 yılının son üç aylık döneminde yüzde 3, yılın tamamında ise yüzde 3,2 oranında büyüme gerçekleştirmiştir. Söz konusu ortalama yıllık yüzde 3,2 oranındaki büyümeye baktığımızda, bu büyümenin başlıca inşaat, net vergi ve finans sektöründeki büyümeden kaynaklandığını, sanayi sektöründe ise çöküş yaşandığını, tarım kesiminin de hemen hemen hiç büyüyemediğini açık seçik bir şekilde görmek mümkündür.

Bu görünüm bize ekonominin deprem inşaatları, özellikle hane halkının kredilere dayalı tüketimi ve dolaylı vergilerdeki büyük artışlar eliyle büyüyebildiğini göstermektedir. Türkiye’de yatırıma ve reel üretime bağlı ekonomik büyüme ortadan kaldırılmıştır. Türkiye’nin en kötü şartlarda potansiyel büyümesi yüzde 4,5–5 olan bir ülkedir. 2024 büyümesinin potansiyelin altında kaldığını söylemek mümkündür. Hükümet açıklanan büyüme rakamlarını şaha kalkış olarak okumaya çalışsa da nasıl bir şaha kalkış olduğunu anlamak mümkün değildir. Ekonomi yönetimi açıklanan rakamlarla kişi başı milli gelirin yükseldiğini söylemeye çalışsa da yılın 2. ayında açlık sınırının altında kalan asgari ücreti açıklamaktan ısrarla geri durmaktadır. Rakamları istedikleri kadar evirip çevirsinler, milletimizi aldatmaya yönelik istedikleri kadar illüzyon oyunlarına girsinler, gerçekler apaçık ortada durmaktadır. Türkiye ekonomisi kötü yönetilmektedir. Kendi yalanlarına inanmaya başlayan bir yönetim aklı ülkeyi felakete sürüklemekte, onarılması güç yaralar oluşturmaktadır.

"Saray, hakkını arayan değil, hak diye ona reva görülenlere razı köleler arzu etmektedir"

İş dünyasının en büyüklerinin dahi başına gelenler düşünüldüğünde ise vaziyet sürpriz değildir. TÜSİAD’ın başına gelenler ortadadır. Geçtiğimiz yıl bu günleri hatırlayalım. Üç harfli marketleri, enflasyonun sorumlusu ilan etmişlerdi. Netice? Netice yoktur, çünkü sorun kendileridir. Daha geçen yıl bu zamanlarda, büyük zincir marketleri suçlu ilan edip hedef göstermişlerdi. Enflasyonun sorumlusu olarak üç beş marketi göstermiş, tehdit etmişlerdi. Bugün ise Maliye Bakanlığı eliyle küçük esnafın yakasına yapışmışlardır. Vergi denetimleri, maliye baskınlarıyla fırınlardan, bakkallardan, kendilerinin açtığı israf ve kayırma deliğini yamamaya çalışmaktadırlar. İşçilerin, emekçilerin hali ise ayrıca bir trajedidir. 2002’den bugüne kadar en az 21 kez grev erteleme adı altında işçiler hakkını arayamaz hale getirilmiştir. Bugün grev ve lokavt, işçi ve işverenlerin her türlü hakkı gibi fiilen ortadan kaldırılmıştır. Çünkü saray, hakkını arayan değil, hak diye ona reva görülenlere razı köleler arzu etmektedir. Emeğiyle geçinen insanlara ‘sesini çıkarma, yoksa ekmeğinden olursun’ denilen bir düzende adalet olur mu? Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’na göre, Türkiye’yi çalışanlar için en kötü on ülke arasındadır. Buna rağmen, ne üretim ne de verimliliği arttıracak tedbirler alınmamaktadır.

"Ekonomiye güven yerine vatandaşa korku ikame edilmekte"

Esnaf kredi ve kaynak bulamamaktadır. İhaleler, krediler yandaş olana peşkeş çekilirken, kamu kaynakları har vurup harman savrulurken, gerçekten üretimini arttırmak, yenilik yapmak isteyen üretici küstürülmektedir. Tüm bunlar yetmezmiş gibi artık gündelik bir silaha dönüşen el koyma yetkileri, iş dünyasındaki güvensizliği körüklemektedir. Canlarının istediğine soruşturma, gözaltı, polis ve kameraman nezaretinde adliye ziyareti yaptırılmaktadır. Ekonomiye güven yerine vatandaşa korku ikame edilmektedir. Ne dürüst ve namuslu vatandaş ne de yatırımcı, iş adamı, elindeki üç kuruşun değerini nasıl koruyacağını bilememektedir. O yüzden mesele sadece yabancı yatırımcının gelip gelmeyeceği değildir. Bu iktidar, kendine biat etmeyen yatırımcıyı ve girişimciyi yok olmaya mahkum etmektedir. Akıllarınca bu da bir terbiye metodudur. Medya ile örülen sahte gündemler altında, kayyum sistematiği, artık ekonominin de ayrılmaz parçası haline getirilmektedir. TMSF’ye ve Devlet Denetleme Kurulu’na verilen yetkiler bu amaca matuftur. Bugün TMSF’nin 5 yıl süreyle şirketlere kayyum ataması artık basit bir idari tasarruftur. Siz hakkınızı arayana kadar, iş işten geçmiş olacaktır. Bu yolla saray, ekonominin tüm alanlarını kendi inisiyatifine almaktadır. Ya dedikleri gibi hareket edeceksiniz ya da ömür boyu hatta nesiller boyu inşa ettiklerinize elveda diyeceksiniz.

Böyle bir ortamda kim Türkiye’de yatırım yapar? Yerli sermaye can derdine düşmüş, yabancı sermaye zaten gelmiyor. Hukuk güvencesinin yerini TMSF keyfiyeti almıştır. Bu çarpıklığın ekonomiye vereceği tahribatı tahmin edemiyor olamazlar. Piyasa ekonomisi, girişim özgürlüğü hepsini rafa kaldırarak, tüm iktidarı saraya çektikleri gibi, tüm kaynakları da saraya çekip, işlerine gelene dağıtmak istiyorlar. Sadece işverenler değil, işçiler de aynı sopayla terbiye edilmeye çalışılmaktadır. İşverenlere nasıl TMSF sopası varsa işçiler için de Devlet Denetleme Kurulu’nun yetkileri devreye girmektedir. Bu yolla da canlarının istediği vakıf, dernek ve en önemlisi sendikalara kayyum atayabileceklerdir. Gaziantep’te olduğu gibi hali hazırda sendika yöneticilerini keyfi tutuklatabilen iktidar, sendika yöneticilerine de görevden el çektirebilecektir. Bu uygulamalar, OHAL bağımlısı iktidarın, hepimize normal diye yutturmaya çalıştığı cunta yetkileridir. Yerli ve milli ilham kaynakları da Kenan Evren ve Milli Güvenlik Konseyi’dir. 23 yıldır uyguladıkları ajanda bellidir: Milli varlıklarımızı Varlık Fonu’na devredip, faiz lobilerine rehin göstermektedirler. Diğer kısmını da özelleştirmeler yoluyla yandaşlarına peşkeş çekmektedirler. Kısaca, bir tarafta manda ve himaye rejimi, diğer tarafta da politbüro kuralları işlemektedir. Neticede, milletin ortak ne kadar değeri varsa buharlaşmaktadır.

CHP Kadın Kolları Genel Başkanı Kaya: "Artık katliama dönüşmüş bu cinayetleri hep birlikte durduralım" CHP Kadın Kolları Genel Başkanı Kaya: "Artık katliama dönüşmüş bu cinayetleri hep birlikte durduralım"

"Türkiye önce konuşacak, sonra da üreterek kalkınacak ve adilce paylaşacak"

Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, ekonomi yönetiminin en öncelikli hedefi olan kalkınma hedefi, idarenin ve siyasetinin gündeminden çıkartılmıştır. Başta Devlet Planlama Teşkilatı olmak üzere, milli kalkınmaya yönelik kurumlarımız birbiri ardına, tasfiye edilmiş veya etkisiz duruma getirilmiştir. Yani ortada ne plan ne de program kalmamıştır. Kamu kaynaklarının yandaşlara peşkeş çekilmesinden öteye bir sonuç doğurmayan özelleştirmeler sonucunda sadece ekonomik ve kültürel erozyon yaşanmamış, gasp ve yağma ekonomisi kurumsallaşmıştır. Bu yüzdendir ki her yıl ‘Asgari Ücret Komisyonu’ adı altında bir oyun oynanmaktadır. Hükümetin milleti açlığa mahkum etmesini alkışlayıp, meşrulaştırmaktadırlar. Bu yüzden istisna olan asgari ücret, standart haline gelmiştir. Ve sesini çıkartabilen hiçbir sivil toplum örgütü kalmamıştır. Kısaca konuşan Türkiye değil, susan Türkiye böyle yaratılmıştır. Sıradan vatandaş, emekli, memur korkutulmaktadır. İşçi, işveren, sendikalar, sivil toplum kuruluşları susturulmaktadır. Yalnızca ve yalnızca sarayın yankısı duyulmaktadır. İşte bu yüzden, korkunun ve yoksulluğun üzerinde inşa edilen saray iktidarını sona erdirmenin en temel yolu, üreten ve konuşan Türkiye’yi yeniden ayağa kaldırmaktır. Türkiye önce konuşacak, sonra da üreterek kalkınacak ve adilce paylaşacak. Tüm olumsuzluklara ve bu ceberut iktidara rağmen bunu gerçekleştirmeye mecburuz. Korkmayacağız, teslim olmayacağız, milletçe konuşacağız ve hep birlikte başaracağız."

"İktidar, kadınlara ‘Doğurun’ talimatı verirken ‘Yaşayın’ demeyi aklından geçirmemekte"

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla grup salonunu dolduran kadınlara hitap eden Dervişoğlu, kadınların Türkiye'de yaşadığı sorunlara dikkat çekerek iktidarı eleştirdi. Dervişoğlu, şunları söyledi: 

"Saray iktidarı kadınları, yarattığı istibdat kabusunun kurbanına çevirmiştir. Türkiye’de kadının adı, tarihte örneğine rastlanmayacak şekilde yok edilmekte ve silinmektedir. Bir taraftan gündelik şiddet ve cinayetler, bir taraftan ise işsizlik yani ekonomik şiddet. İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıktıklarından beri yüzlerce kadın öldürülmüştür. Sadece 2024 yılında, kaydedilen 394 kadın cinayeti vardır. 2025 yılının ilk ayında 33 kadın cinayeti işlenmiştir. Kadınların yaşamdan silinmesinin göstergesi sadece cinayetler değildir. Yaşarken de hayattan koparılmaktadırlar. İşsizlik ve mobbing onları yaşarken öldürmenin aracı kılınmıştır. Dünya geneline baktığımızda; kadınlarda istihdam oranı ise yüzde 45 düzeyindedir. Ama bu rakam Türkiye’de ise halen yüzde 34’ün üzerine çıkamamıştır. 2024 yılı sonu itibariyle İŞ-KUR’a kayıtlı 2.2 milyon işsizin yarısından fazlası kadınlardır. İktidar, kadınlara ‘doğurun’ talimatı verirken ‘yaşayın’ demeyi aklından geçirmemektedir.

2025 sözde aile yılı ilan edilirken, ailenin diğer yarısı olan kadının hali umurlarında değildir. Kadınlar, erkeklerin aldığı maaşın yarısından azını kazanmaktadırlar. Bu tablo birçok şeyi göstermektedir. Cumhuriyet fikrinden uzaklaşıldıkça kadınlar da yaşamdan uzaklaştırılmaktadır. Çocuk yaşta evlilikler, halen toplumsal bir trajedidir. Kız çocukları çeşitli mekanizmalarla örgün eğitimden koparılmaktadır. Kadınları hem sosyal hem de ekonomik şiddetten korumak için mevcut yasaların etkin bir şekilde uygulanması gerekmektedir ancak İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması psikolojik bariyeri yıkmış, kadınların hukuki güvencelerinin zayıflatılmasına yol açmıştır. 6284 sayılı Kanun hâlâ yürürlükte olmasına rağmen uygulaması kazanımlarından ziyade eksiklikleri ile anılmaktadır. Kadınlar devletin korumasına ihtiyaç duyduğunda yeterli desteği alamamaktadır. Kadınların can güvenliği için caydırıcı cezalar ve etkin koruma mekanizmaları yetersizdir. Hukukun üstünlüğüne inanıyorsak kadınları korumayan bir hukuk düzenini asla kabul edemeyiz.

"İyilerin iktidarında, 6284 sayılı Kanun en etkin bir biçimde uygulanacak"

Kadınların güçlenmesi sadece ekonomik refah açısından değil, aynı zamanda milli birlik ve beraberliğimiz açısından da önemlidir. Kadınlar, Türk milletinin temel direğidir. Onların haklarını güvence altına almak sadece bir sosyal sorumluluk değil, aynı zamanda bir devlet meselesidir. Bugün, kadınları daha fazla iş hayatına katacak, şiddetten koruyacak ve eğitimde eşit fırsatlar sunacak reformlara ihtiyacımız vardır. İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu olarak kadınların ve herkesin huzurunda söz veriyorum: İyilerin iktidarında, 6284 sayılı Kanun en etkin bir biçimde uygulanacaktır. Devlet, kadına şiddeti önleme konusundaki uluslararası taahhüdünü yeniden üstlenilecektir. Uzaklaştırma ve koruma kararlarına uyulması sıkı sıkıya denetlenecek, ihlal edenlere anında yaptırım uygulanacaktır. Kadına karşı işlenen suçlarda, hakaret, tehdit, darp, cinayet hiçbir suç ayrımı gözetmeksizin indirim kesinlikle olmayacak, yargılama süreçleri yıllarca sürüncemede bırakılmayacak, deliller hızla toplanıp adalet tecelli edecektir. Israrlı takip gibi suçlar Türk Ceza Kanunu’nda açıkça tanımlanmış ve cezalandırılmıştır. Bunların uygulanması titizlikle takip edilecek, kadın sığınma evlerinin sayısı ve kapasitesi arttırılacaktır. Şiddet gören veya görebileceği ihtimali olan kadınlar için sığınma evleri hayatidir. Her ilde, hatta büyük ilçelerde yeterli sayıda kadın sığınma evi kuracağız. Hiçbir kadın ‘Gidecek yerim yok’ diye zorbalığın eline mahkum olmayacaktır.

Kadınların toplumda güçlü olmasının yolu ekonomik özgürlükten geçmektedir. Buradan açıkça ilan ediyorum: Eşit işe eşit ücret ilkesini kesinlikle denetleyeceğiz. Girişimci kadınlar için düşük faizli kredi programları, hibe destekleri sağlayacağız. Kendi işini kurmak isteyen kadınların önündeki tüm engelleri kaldıracağız. Çalışan kadınlara destek olmanın ve aynı zamanda ailenin korunmasını sağlamanın en büyük araçlarından biri olan ucuz ve ulaşılabilir kreşleri yaygınlaştıracağız. Mustafa Kemal Atatürk’ün açtığı yolda, kız çocuklarının eğitimine ayrı bir önem atfediyoruz. Bu yüzden köy okullarını yeniden ihya edeceğiz. Ortaöğretim düzeyinde kız çocuklarının okullaşma oranlarını yükselteceğiz.  

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutlarken, yalnızca çiçekler ve güzel sözler yeterli değildir. Kadınlarımızın hayatını gerçekten iyileştirecek adımlar atılmalı, onların toplumsal hayatta hak ettikleri yere ulaşmaları sağlanmalıdır. Atatürk’ün bizlere miras bıraktığı Türkiye idealine uygun olarak, kadınlarımızın hak ettiği saygıyı görmesi için hep birlikte mücadele etmeliyiz. Tüm kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyor; eşit, adil ve güçlü bir Türkiye için hep birlikte çalışmamız gerektiğini bir kez daha vurguluyorum.”

(SÜRECEK)

Kaynak: anka