Küreselleşme İdeolojisi Nedir?

Abone Ol

Vatandaş soruyor " Hocam küreselleşmenin ideolojisi var mıdır, eğer varsa nedir? Çok kısa olarak anlatabilir misiniz?"

Anlatmaya çalışayım.

Küreselleşme; tarihsel, sosyal ve kültürel gelişme süreci içinde, akıl, bilim ve yüksek teknoloji girdilerini eğitim, öğretim ve üretimde; doğru ve etkin kullanıp yüksek bir ekonomik refah üreterek aşırı güçlenen emperyalist ülkelerin; yeterli bir rekabet gücü kazanamamış ve yeterince gelişememiş görece zayıf ülkeleri ve bu ülkelerin doğal ve ekonomik kaynaklarını sürekli ve sistemli olarak sömürebilme ideolojisidir.

Küreselleşmenin sosyal, siyasal ve ekonomik açılardan üç temel ayağı, yani öğretisi ya da dayatması vardır.

1- Küreselleşme öğretisine göre, sermayenin egemenliği ve vesayetine dayalı kapitalist ekonomik modelin dünyada hiç bir alternatifi ya da seçeneği yoktur. Başka bir söyleyişle de kapitalist ekonomik sistem bir dogmadır ve dokunulmazdır. Kabullenilmesi zorunludur. Bu sisteme girmeyen ülkelerin gelişme ve yaşayabilme şansları çok zayıftır.

2- Aynı bakış açısından yaklaşarak, serbest piyasa ekonomisinin gereksinmelerine göre örgütlenen liberal siyasi ve hukuki rejimin de hiç başka bir seçeneği ya da alternatifi yoktur. Bu yaklaşıma göre, küreselleşme ile birlikte, liberal siyasi rejim de dogmalaşmış ve dokunulmazlık kazanmış olur. Çünkü kapitalist ekonomik sistem ile liberal siyasi rejimler yapışık ikiz kardeşlerdir. Ancak birlikte yaşayabilirler. Liberalizm, kapitalizm için ideolojik siyasi ve hukuki altyapıyı hazırlar ve düzenler. Kapitalizme de bu hazır ve sorunsuz düzlemde gönlünce, yani kâr maksimizasyona göre iş yapmak ve sömürmek kalır.

3- Küreselleşme ya da bu yeni dünya düzeni de yine Batılı emperyalistlerin birlikte geliştirip olgunlaştırarak kurdukları, kurumlaştırdıkları ve Batılıların çıkarlarına göre kurgulanıp işleyen bir düzendir. Bu düzen dünyanın tamamını tek bir pazar yapmaya, insanların hepsini, düşünüş, üretim, davranış, giyim, kuşam, beslenme, sanat, müzik, eğlenme... v.b. alanlarında tek tipleştirmeye, adalet hukuk ve ahlak sistemlerini standartlaştırıp liberal kapitalizmin önündeki tüm engelleri yok etmeye yöneliktir. Daha önceleri FETÖ tarafından gündeme getirilmiş olan " Dinler arası diyalog " çabaları da küreselleştirmeye, yani emperyalistlere güç ve ideoloji devşirmek içindir.

Küreselleşme ideolojisi bu yapısı nedeniyle de toplumların birlik ve çıkarları korumaya dayalı ULUS DEVLETLERE ve dolayısıyla da Atatürk'ün kurmuş olduğu ulus devlete, yani demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Cumhuriyetimize karşıdır. Çünkü küreselleşmenin önündeki en büyük engel yerli ve ulusal sanayilerini kurmak, geliştirmek, tarihsel, sosyo-kültürel farklı kimliklerini sahiplenmek ve yaşatmak isteyen, ayrıca sömürücü sermayenin küresel dolaşımına engel oluşturan güçler ulus devletlerdir.

Ancak şurası hiç gözden kaçırılmamalı ve unutulmamalıdır. Başta ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa olmak üzere, tüm gelişmiş emperyalist Batı devletlerinin derin devleti ya da saklı, örtük ideolojileri daima ulus devlet esasına göre, yani kendi ana ülkelerinin ulusal çıkarlarına göre yürütülür. Bunun tersi asla olası değildir. Eğer koşullar değişir ve Batılı ülkeler küreselleşmeden zarar görmeye başlarlarsa küreselleşme ideolojisinden de kolayca vazgeçebilirler.

Şu konu hiç unutulmamalıdır. Toplum ve devlet çıkarları ideolojilere ve bireysel çıkarlara asla kurban edilemez. Nitelikleri ve kaynakları ne olursa olsunlar, ideolojiler, mevcut sorunlara etkin çözümler üretebildikleri oranda geçerlicilik kazanır. Devletin ve toplumun varlığı, yaşaması ve çıkarları amaç, ideolojiler ise her zaman bu amaçları gerçekleştirebilecek olan araçlardır. Amaçlar araçlara kurban edilemez. Toplum ve devlet özne, ideolojiler nesnedir. İdeolojiler ya da benzeri öğretilere ya da insanlara tapınmak bireyleri de toplumcuları da köleleştirir.

Önemli bir tarihsel gerçek de şudur. Ya da kıssadan hisse de şu olmalıdır. Tüm Batı kaynaklı ideolojiler gibi, küreselleşme ideolojisi ya da öğretisi de ikiyüzlüdür Küreselleşme sadece Batı çıkarlarının aracıdır. Bu durum, kendi halk deyimimiz ile talkını(telkini, öğüdü) başkalarına verip salkımı kendisi yutma isteğidir. Zaten Batının Osmanlı Devletine temel yaklaşımı zahiri bala katıp altın tasla sunmak olmuştur. Bu durum günümüz dünyasında da değişmemiştir.

Emperyalist, ikiyüzlü Batınının bu tuzaklarını en iyi gören de ulusumuzun kurtarıcısı ve çağdaş Türkiye Cumhuriyet’imizin kurucusu M. K. Atatürk olmuştur. Kurtuluş Savaşımız Batı emperyalizmine karşı kazanılmıştır. Devletimizin ve ulusumuzun bağımsızlığı Batılı saldırgan ve kolonyalist zorbalardan alınmıştır.

Bu nedenle demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan cumhuriyetimiz ulusumuz için asla vazgeçilemezdir. Sürekli devrim ilkesi uyarınca, laiklik ilkesine ve ulus devlet yapısına dokunulmadan, özgürlüklerin demokrasinin ve hukuk devletinin çapı, yaşanılan çağın gereklerine göre, zenginleştirilip genişletilebilir.

Zaten doğru anlaşılmış bir Atatürkçülük de bir dogma ve donmuşluk ya da dondurulmuş değildir. Ülkenin tam bağımsızlığını, ulusal egemenliğini, toplumun birlik ve bütünlüğü koruyup, anayasal, laik, eşitlikçi, parlamenter ve demokratik bir siyasi rejimle, aklı, bilimi ileri teknolojiyi doğru ve etkin kullanıp topyekun halkın refah düzeyini yükseltmek, ülkeyi çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarabilmek için canla, başla durmadan çalışmaktır.