Büyük tasavvuf ve gerçek hümanist halk ozanımız YUNUS EMRE yaratılmışların hepsini Yaradan’dan ötürü sevmemizi söylüyor.
Yılanlar bile okşanıp sevilmekten hoşlanır, ancak teşekkürlerini ısırıp ölümcül zehirlerini akıtarak gösterirler. Akrepler de öyle... Örnekler çoğaltılabilir.
Gerçek evrensel hümanizm ise, hiç bir değer hükmüne saplanmadan, bıkmadan usanmadan, tıpkı Koca Yunus gibi, canlı cansız herkesi ve her şeyi karşılıksız ve koşulsuz sevebilmektir.
Bu sevgi ve davranışları sözde değil, özde ve sürekli olarak yapabilirseniz sizler de ete kemiğe bürünüp" Yunus " diye görünebilirsiniz.
Yunus Emre'nin mezarı yurdun her köşesinde var. Çünkü halk onu sevip, bağrına basıp ebedileştirmiştir.
Fakat, Yunus'u, bu ulu çınarı, yazdığı tasavvuf şiirleri nedeniyle mürtet (kafir, dinden çıkmış) ilan eden ve onun şiirlerini okuyup felsefesini benimseyenleri de dinden çıkmış sayıp " katli vaciptir" diyen kara düşüncelilerin kimler olduğunu kimse anımsamıyor... Tıpkı Sokrates'e idam hükmü veren 30 yargıcın kimler olduğunun bilinmemesi gibi.
Hüner, ışığı, aydınlığı karanlıklara boğdurmak değil, karanlık düşüncelerin üstüne hiç dinmeyen ışık yağmurları yağdırabilmektir.
Hacı Bektaş Veli diyor ki " Karanlığa ışık tutanlara ne mutlu".
Ulu Önderimiz ve Ulusal Kurtarıcımız büyük Atatürk diyor ki " Dünyada en haki mürşit ilimdir, fendir..."
Ancak her türlü kalıcı ve dinmeyen ışık ve aydınlık yağmurları sadece ve sadece gerçek, laik ve özgür demokrasiler ve çağdaş hukuk devletlerinde olasıdır.
Hiç unutulmasın ki gelecek karanlıklarla değil, aydınlık ve hiç sönmeyecek ışıklarla yani özgür akıl ve bilimle inşa edilebilir.