Bir İstifanın Ardından CHP Analizi

Abone Ol

CHP İzmir milletvekili, iki dönem milletvekili olarak seçildiği partisinden, Meral Akşener’in kuracağı yeni partide kurucu milletvekili olmak üzere istifa etti. Siyaset arenasında normal olarak değerlendirilecek bir hareket olsa da, CHP kanadında uzun süredir uygulanan veya uygulanmaya çalışılan bir siyasal tutumun başarısızlığını belirlemesi açısından bu istifa önem arz etmekte. İstifa Ak Partideki belediye başkanlarının istifasının gölgesinde kalarak fazlada ses getirmemesine rağmen, Türk siyaset tarihi açısından önemli bir gelişmeydi. Uzun süre CHP’ye dayatılan bir politikanın iflasını işaret etmesi bakımından incelenmesi ve konuşulması önem arz eden bir gelişme olarak ortada duruyor. Bu konuyu biraz irdeyelim istedik.

Türkiye siyasal tarihi 2000’li yıllara geldiğinde yeni bir siyasal tabloyla karşı karşıya kaldı. Merkez partileri (ki bunlar sağ siyasal partilerdi) bir biri ardına siyaset sahnesinde yok olmaya başladı. Merkez sağın çöküşüyle birlikte boşalan bu alana Siyasal İslami değerleri öne çıkartan, lider endeksli eski İstanbul Belediye başkanı Tayip Erdoğan ve Milli Görüş geleneğinden gelen arkadaşlarının kurduğu Ak Parti girdi.

Ak parti daha önce birçok defa partisi kapatılan Necmettin Erbakan (Milli Görüş) geleneğinden gelen kurmayların kurduğu bir partiydi. Parti geleneksel İslami değerlere bağlı, yer yer liberal söylemleri kullanıyordu. Kısa sürede toplumsal bir karşılık buldu. Milli görüş geleneği sistem içindefundamentalist bir çizgi olarak görülüyor iktidara geleceği çokta öngörülmüyordu.Fakat yeni kurulan bu parti seçimlerde çoğunluğu almış hükümeti kurmuştu. Milli görüş ve liberal söylemi birleştiren, çevreden gelerek merkeze yerleşen bu hareket merkezin eski sahiplerini hem korkutuyor, hem de iktidar nimetlerinden uzaklaştırıyordu. Bu kabul edilemezdi.

Merkez sağ siyaset kendini var edebilmek ve korumak adına yeni bir siyasi atağa kalktı. Merkezin çökmesiyle birlikte siyasi arena; iki eski parti bunlar CHP ve MHP, birde iktidarın yeni sahipleri Ak Partiye kalmıştı. Merkezi kaybeden güçler bu iki partiden CHP’ye yöneldiler. MHP iktidarı yeniden ele geçirme dinamiklerine sahip olmadığı gibi iktidar olmaya da uzaktı. Ama Cumhuriyet Halk Partisinde de halledilmesi gereken bir sorun vardı. CHP’nin sosyal demokrat geleneğe sahip bir damarı vardı. Bu damarın törpülenmesi gerekiyordu yoksa iktidara gelmek hayaldi. O halde CHP merkez parti olmalıydı.Ak Partiden ancak böyle bir siyasi manevrayla kurtula bilinirdi. Kaybedilen iktidarın yeniden ele geçirilmesinin yolu buydu. Başkada bir yol en azında o an görülmüyordu. Bu söylem ulusalcı sol denen aktörlerce de kabul görerekdillendirilmeye başlandı. [1]

CHP içindeki Deniz Baykal sonrası yeni gelen kadrolarında kulağına bu söylem hoş geliyordu. CHP yüzde 20-25 civarında oy alıyordu. Bu oran toplam ülke seçmenin dörtte biriydi. Dörtte üçe de hitap etmek gerekiyordu. O halde merkez sağ adaylara yer verilmeliydi. Asıl olan seçim kazanmaktı. Bir milletvekili adayında, sosyal demokrat kriterler aramak boşa harcanan zamandı. Bu anlayışa göre solcular zaten CHP’ye oy veriyordu. Yani onlar çantada keklikti, sağın oyunu almak gerekiyordu. Sosyal demokrat ilkeymiş, değermiş boş şeylerdi. Sağ gelenekten gelen adaylar gösterilirse onlara merkezden gelen oylarla iktidar bu kez çantada keklikti. Bu yöntemle sosyal demokrat gelenekten gelen,ilkeli ve inançlı geleneklere bağlı partili unsurlarda kenara itileceğinden iktidar olma durumunda bu unsurların iktidar merkezinde olmaları da engellenmiş olacaktı. Yani bir taşla iki kuş vuracaklardı; hem Ak Partiden kurtulacaklardı hem de şu illet solcuların iktidara gelmesi engellenmiş olacaktı.

Bu düşünceyi öne sürenlerin hesaba katmadıkları, CHP kurmaylarının da öngörmediği bir durum vardı. O da Türkiye’de sosyolojik durum artık çok farklılaşmıştı. Merkez çökmüş, çevre merkeze yürümüş ve merkezi ele geçirmişti (Demokratik usullerle). Seçmen oy verirken aradığı kriterler arasına inanç boyutunu da katmıştı. Ki bu uzun süredir kendini ifade ederken zorlandığı, baskılandığı bir durumunda özgürleşmesiydi.Merkezi oluşturan seçmen kitlesi, İslam’la yoğrulmuş liberal söylemin etkisiyle kısa sürede Ak Partiye yönlendi

Olmayan merkeze yatırım yapan CHP tüm girdiği seçimlerde aynı oy oranını aldı. Bu durum bile CHP’nin kurmaylarının akıllarını başlarına almaya neden olmadı. Bu partiye oy verenler “CHP milletvekiliyim CHP’li değilim” diyen milletvekillerine şahit oldu. Üsküdar müftüsü diye nam salan biri, Parti Meclisi seçimlerinde genel başkanın anahtar listesine alınarak, partinin en üst organına taşındı. Bu müftü bir seçim öncesi zehir zemberek açıklamalarla parti politikasını eleştirerek, partiden istifa etti. Türk siyaset tarihinin en ünlü sağ siyasetçisinin verdiği bir listede bulunan kişilerin, milletvekili yapıldığı günlerce siyasi kulislerde konuşuldu. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Ama konumuzun dışına çıkmamak için uzatmak istemiyorum.

Merkezi kaybeden güçlerin, CHP’yi merkeze çekme çabaları bir türlü siyasal karşılık bulamadı. Tüm çabalara rağmen seçmen CHP’ye oy vermiyordu. CHP’yi merkeze çekerek oy alma planı tam bir fiyasko ile sonuçlanmıştı. Bu defa bu aktörler yeni bir arayışa girdiler. Abdullah Gül ismi sık sık gündeme taşındı ama bir türlü eski cumhurbaşkanını alana çekemediler. MHP’de yapılacak yönetimsel düzenlemeyle bu sorunun aşılabileceği düşünülmeye başlandı. Bu değişikliğe Devlet Bahçeli direndi. Tek çare yeni bir parti kurmaktı. Meral Akşener bu işi için tamda biçilmiş kaftan olarak görüldü. İşin ilginç yanı CHP içinden de bu fikir destek gördü.Parti içinde ve yakın çevresinde yer alan unsurlar, Ak Partiyi ancak sağda yer alan bir partiyle aşabilecekleri fikrine sahip oldular. Medyada yer alan bazı köşe yazarları bu fikri sürekli canlı tutular. Partiye yakın olarak bilinen, partililerce çokça izlenen bir Tv kanalı sürekli bu düşünceyi işledi. Gerçi bu unsurlar geçmişte MHP’de barajı geçsin bir oyda ona verin CHP-MHP koalisyonu kurulsun görüşünü çokça işlediler. 7 haziran seçimleri ardından bu görüşte iflas etti.

Merkez parti anlayışını CHP’ye çözüm olarak sunan merkezin eski sahipleri, sonunda Meral Akşener’e partiyi kurdurdular. Böylece İslamcı Sağ’ın alternatifi, merkez söylemi ile cilalanmış Milliyetçi Sağ olacaktı. Devletin demokratikleşmesinden çok merkezin ele geçirilmesine odaklanan bu anlayış, Sosyal Demokrat güçleri merkezden uzak tutarak sağın alternatifinin sağ iktidar olacağından, iktidar açısından kaybettikleri bir şeyde olmayacaktı.Böylece sağın alternatifi sol anlayışını da bertaraf etmiş olacaklardı.

Her neyse gelelim partiyi, merkeze çekmek ve ‘sağ gelenekten gelenleri milletvekili yaparsak halk oy verir CHP’de iktidar olur’ palavrasının partiye ve Türkiye Sosyal demokrasisine verdiği zarara.

Merkeze çekme çabaları parti üzerinde çeşitli onarılması güç travmalara yol açtı. Parti bu alana çekilirken iki şey yapıldı. Bunlardan ilki sağ gelenekten gelen, Sosyal Demokrat kültürden uzak unsurlar partiye taşındı. İkinci olaraktan sosyal demokrat gelenekten gelmelerine rağmen yeterli siyasi donanıma sahip olmayan unsurların partiye taşınmasıydı. Bu durum partinin entelektüel yapısını zayıflattı. Güçlü ve deneyimli kadrolar bir kenara itilerek sol alternatif çözüm üretebilecek unsurlar parti dışına itildi veya istifa etmeye zorlandı.[2]Bu durum partinin geleneksel damarından uzaklaşmaya ve geleneksel sol çizgiden kopmaya yol açtı. Parti muhalefet yapan siyaset üreten konumdan uzaklaşarak, şova dönük, güncel politikaların ardına takılmış, ilkesiz bir siyasi parti görünümü kazanarak, muhalefet yapabilme kabiliyetini de kaybetti.Seçmen tabanı milliyetçi ve ulusalcı söylemle sağa kaydırıldı. Bu gelişme Doğu ve Güneydoğu seçmeninde olumsuz tepkilere yol açtı. Bölge seçmeni hızla partiden uzaklaştı.Geçmişte CHP’nin yüksek oy aldığı Diyarbakır, Hakkâri, Van, Kars vb. illerde neredeyse sandıklarda sıfır oy çıktı. Partiye uzun süredir destek veren Alevi seçmen (Özellikle Kürt Alevi ve sosyalist düşüncelere sahip Alevi seçmen) merkez sağ ulusalcı politikalar nedeniyle partiden uzaklaşarak 7 Haziran 2015 ve 1 Kasım 2015 milletvekili seçimlerinde HDP’ye yöneldiler.[3]Diğer yandan katı siyasal gerçeklilikten uzak, ulusalcı laik söylem ve belli bir yaşam tarzı, solculukmuş gibi topluma dayatıldı. Bu durum inançsal yönü ağır basan seçmenin partiden uzaklaşmasına neden oldu.Parti giderek belli bir bölgeye, ülkenin batı kıyı şeridine sıkışmaya başladı.

Siyasi donanıma sahip olmayan unsurlar kendi içlerinde daha da donanımsız olanları siyasi arenaya taşıyarak bir döngü oluşturdular. Yani siyasi anlamda güçsüz yöneticiler, alana daha da güçsüz siyasi aktörleri taşıdılar. Bu döngü, partinin demokratik kanallarınıtıkayarak, partinin siyaset üretebilme kapasitesini neredeyse yok etti. Parti ilkelerden uzaklaşarak bireylerin istikbal edinme ve siyasal rant edinme alanına dönüştürüldü.

Merkeze oturma arayışları partinin gelişen siyasi durumlar karşısında gösterdiği reflekslere de etki ederek, zaman içinde sosyal demokrat anlayıştan uzaklaşılarak sağ parti refleksine dönüştü.Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ekmeleddinİhsanoğlu aday gösterilerek, tıpış tıpış gidip oy vereceksiniz denildi.[4]Ak Partinin medyadaki gücü karşısında Sosyal Demokrat ilkeleri savunmada yetersiz kalan kadrolar, alacakları siyasi kararlarda da korkak ve ürkek davranarak, partiyi adeta Ak Partinin alacağı kararlara göre konumlandırmak zorunda kaldılar.[5] Meclise gelen Suriye ve Irak’a asker gönderme ve müdahalede bulunmaya yönelik tüm tezkerelere,Ak Parti ile birlikte evet oyu verildi. Dokunmazlıkların kaldırılmasına yönelik çıkan yasa desteklenerek, HDP’li ve CHP’li milletvekillerinin tutuklanmasına veya milletvekilliğinden ihraçlarının önü açıldı. 12 Eylül anayasasının değiştirilmesi, Kürt sorunu, Alevi sorunu, demokratikleşme gibi sorunlar karşısında cesur tavırlar alınamadığı gibi, bu kavramlardan olabildiğince uzak duruldu.

Partinin en önemli organı olan Parti Meclisi seçimlerinde genel başkanın anahtar listesi oluşturması ve bu listeye giren bazı sağ/ulusalcı gelenekten gelen veya deneyimsiz siyasi aktörler, partinin beyni olarak ifade edilen MYK’ya taşınması partinin,1970’lerde Ecevit’le birlikte edindiği sol çizgisinden uzaklaşmasına yol açtı. Merkeze uygun oluşturulan MYK, partinin geçmişten gelen birikimi ve tabanın Sosyal Demokrat tepkisi karşısında partiyi idare etmede yetersiz kaldı. Mevcut duruma itiraz eden veya direnen yönetim kadrolarında yer alan unsurlar acımasız eleştirilerle görevden el çektirildi veya istifa etmek zorunda bırakıldı.[6]Bu durum parti yönetimi ile taban arasında siyasi farklılaşmaya ve kopmalara neden oldu. Merkez kadroların ve milletvekillerinin demeçleri ve gelişen siyasi durumlar karşısında gösterdikleri tepkiler birbirlerinden farklılaştı. Bu farklı düşünme partide çok seslilik ve demokratik işleyişin bir yansıması olarakgösterilmeye çalışılsa da, aslında siyasi ilkelerdeki kopuşu ve sağ savrulmayı göstermesi bakımında, içine düşülen zaafın bir göstergesiydi.

Aytun Çıray’ın istifası ardından yaptığı röportajda sorulan bir soruya; “Kılıçdaroğlu’nun merkeze açılma politikası başarısız oldu” yönündeki açıklamasıyla, partiyi merkeze çekme politikasının mimarının Genel Başkan olduğunu da öğrenmiş bulunuyoruz. Kılıçdaroğlu’nun basına yansıyan danışmanlarına bakıldığında aslında buna şaşmamak gerek. Kılıçdaroğlu’nun bu merkez aşkı, aslında hiç bitmeyecekmiş gibi görünüyor. Deniz Baykal’ın ardından genel başkanlığa geldiğinde yaratmış olduğu heyecan ve hava merkez sağ uğruna heba edildi. Genel başkanlığı süresince göstermiş olduğu siyasi bilinç ve tutarlılığı,tanımlaması bakımındanMYK Üyesi Milletvekili SelinSayek Böke’nin genel başkan yardımcılığından istifası sonrası yaptığı şu açıklama aslındaçok önemli. Böke; “Referandumun gayrimeşru sonucunu kabullenerek hedefler ve politikalar oluşturmak, demokrasiye ve her şeyden önce demokrasi iradesini ortaya koymuş milyonlara haksızlıktır. Demokrasinin yaşatılabilmesi için Mecliste verilen mücadelenin rejim değişikliğinin yeni koşullarına göre yeniden tarif edilmesinin yanı sıra, Meclis dışında meşru demokratik anayasal hakların kullanımını savunmak, desteklemek ve bu hakların kullanımına ortak olmak CHP’nin görevinin bir parçası olmalıdır.Katılımcı demokrasiye, sosyal demokrasinin evrensel prensiplerine inanan ve Türkiye’nin özgürlükçü demokrasiye kavuşmasının yolunun bu değerlerden geçtiğini düşünen bir siyasetçi olarak, gelinen noktada mevcut yönetim anlayışının parçası olmayı uygun bulmuyorum.” demekteydi.

Sonuç olarak partiyi merkeze çekme çabası, partide onarılması güç üç soruna yol açtı. Bunlardan ilki;partiyi oluşturan üst düzey kadroların siyaseten düşük öngörülü olmasına yol açtı. Bu durum daha düşük siyasi öngörülü aktörlerin siyaset alanına girmesine veya alınmasıyla kendi içinde bir döngü oluşturdu. İkinci olarak;bu döngüsel durum parti kadrolarının entelektüel seviyesine etki ederek partinin siyaset üretmesine ve çözüm önerileri sunması üzerinde olumsuz etki yarattı. Ülke ana muhalefetsiz bir görünüm kazandı. Son olarak; siyaset üretemeyen parti günlük politikaların, içi boş sloganların ve gerilim üzerine inşa etmeye çalıştığı politikalarla; seçmen üzerindetutarsız, bir biriyle çelişen siyasi konumlanmalara yol açtı. Bu parti içinde çok seslilik ve kitle partisi olmaya bağlansa da seçmenin siyasi görüş olarak sağa (ulusalcılığa)savrulmasını beraberinde getirdi.

Bugün parti, içine düştüğü açmazı aşacak kadro ve düşünsel yapıdan çok uzak.Parti lideri, seçildiği gün yarattığı heyecandan çok uzakta bir liderliğe sahip.Parti içinde güçlü bir konuma sahip olan Aleviler, parti liderliğini bir kazanım olarak gördükleri için Kılıçdaroğlu’nun liderliği güçlü bir sorgulanmayla karşı karşıya kalmıyor. Parti değişim ve dönüşüm sağlayacak zihinsel ve düşünsel dinamiklere sahip değil.Partinin kısa sürede siyaseten,alternatif olacağını düşünmek neredeyse imkânsız gibi.Kılıçdaroğlu ve onun akıl hocalarının, merkez parti olma hayalinin,sosyal demokrat partiyi ve Türkiye’yi getirdiği nokta…

[1] Mustafa Balbay’ın ceza evi çıkışı sonrası Malatya’da Belediye başkan adayı Hakan İnci’nin Sıtmapınar seçim bürosu açılış konuşması ve belediye Konferans salonundaki konuşmalarda partiyi merkez partisi yapmaktan bahsediyordu.

[2] Fikri Sağ’lar gibi Sosyal Demokrat gelenekten gelen siyasetçilerim parti merkezinden uzak tutulma çabası.

[3] 2011 genel seçimlerinde Malatya’da CHP 84.248 oy alırken,7 Haziran 2015’de 72.881 oya geriledi. 1 Kasım 2015 de 69.721 oyla son dönemin en düşük oyuna geriledi. Aynı dönem 2011’de HDP geleneğinin aldığı oy 4.609, 7 Haziran 2015’de 34.758 oya yükseldi. 1 Kasım 2015’de ise 25.491 oya geriledi.

[4] Kılıçdaroğlu bu sözü Parti Meclisi üyeleri, milletvekilleri, il başkanları ile bir araya gelerek Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik fikir alışverişinde söyledi.(Tarih 14-07-2014) Vatandaşta Ekmeleddinİhsanoğlu’na 32 oy verdi.

[5] Referandum sonrası genel başkanın çeşitli yerlerde yapılan protestolar karşısındaki tavrı buna örnek gösterile bilinir.

[6] Selin Sayek Böke, Gülseren Onanç’ın istifaları ardında basında çıkan yazılara ve demeçlere bakınız.