Hz. Ali’nin don değiştirmiş Alisoylu hanedan simgesi, kurtarıcı mehdi olarak görülen Safevi soyu, Kızılbaş Türkmenler tarafından büyük bir coşkuyla sahiplenildi. Erdebil’e akın akın gelen Ustacalu, Şamlu, Rumlu, Tekeli, Karamanlu, Dulkadir, Varsak Türkmenleri uzunca süren mücadeleleri sonunda bu soyun temsilcisi Mürşid-i Kamil Şah İsmail’in önderliğinde Safevi Devletini kurmayı başardılar (1501). Sınırları Dicle’den başlayıp, Ceyhun Nehri’ne kadar uzanan geniş coğrafyada 1736 yılına kadar hüküm sürdüler. Başlangıçta bir Kızılbaş Türkmen hareketi olarak başlayan ve devletleşen süreç, zaman içinde inanç olarak Şiiliğe evirilip Türkmen grupları iktidarın yönetim kademelerinden uzaklaştırdı. Şah Abbas döneminde gücünün zirvesine çıktı, paydaşı olan tüm imparatorluklar gibi zaman içinde tarihin tozlu sayfaları arasına karıştı yok oldu. Hal böyle olmasına rağmen devrinde Şii ve Kızılbaş inanç üzerinde bıraktığı etki ve köklü değişiklikler günümüzde İran ve Anadolu coğrafyasında yaşayan Şii ve Kızılbaş toplulukları üzerindeki kalıcı etkisini halen sürdürdüğünü söylemek yanlış olmayacaktır.
Anadolu’da Haydari, Kalenderi, Bektaşi, Babai, Ahi, Hurifi, Bedredini akidelerin etkisinde olan Türkmen grupların “Şafi Mezhebinden bir Sünni olan Şeyh Safiyyüddin (ö. 735\1334) kurduğu Safaviyye Tarikatına” (Daftary, 2016) bağlılığı aslında bu tarikatın mezhepler üstü bir nitelik taşıdığını ve herhangi bir mezhebe mal edilemeyeceği de bir gerçek olarak akla daha yakın durmakta. Tarikat Şeyh Safi ile birlikte birçok yörede farklı inançta toplulukları kendisine mürit edindiği, “Safvetu’s-safa müellifi, Şeyh Safi’nin Türkistan, Karahıtay, Çin Türkistan, Hindistan ve Serendib (Seylân) çevresindeki taraftarlar üç yıllık yol meşakkatine katlanıp gelen yolcu ve ziyaretçileri bize bu konuda bir fikir vermektedir.” (Abbaslı, 1976) Eğer Şeyh Safi belli bir mezhebe mensup olsaydı Anadolu’da, Doğu Asya’da, Irak-Suriye coğrafyasında insanlar akın akın Erdebil’e gelmezlerdi. “Bize göre o, mezhepler üstü bir sufi olup, onun Şii veya Sünni meşrep olduğu yönündeki tartışmalar sonraki döneme ait gelişmelerle bağlantılıdır.” (Yaman, 2012)
Erdebil Tekkesinin Siyasallaşma süreci
Merkezi Erdebil’de olan Safevi tarikatı Azerbaycan ve Doğu Anadolu’da hızla yayıldı, Türkmen aşiretleri üzerinde etkisini artırdı. Geniş bir coğrafyaya yayılmış olan Türkmen aşiretleri bulundukları yerleri terk ederek akın akın Erdebil’e gelmeye başladılar. Başlangıçta mezhepsel ve siyasal bir özellik göstermeyen tarikat Şeyh İbrahim’in (ö. 1447) oğlu şeyh Cüneyd (ö. 1460) döneminde siyasi amacı görünür oldu. “Cüneyd tarikatı militan bir devrimci harekete dönüştürdü. Şeyh Cüneyd daha önce Şii gulat’ın savunduğu tipte aşırı dinsel fikirlerle birleştirilen Şii duygular sergileyen ilk Safevi Mürşidiydi.” (Daftary, 2016).
Şeyh Cüneyd’in bu özelliğini bilen amcası Cafer, onu Karakoyunlu Sultanı Cihangir Şah’a siyasi amaçlar güttüğü niyetinin ise devlet kurmak olduğu yönünde şikâyette bulundu. Bunun üzerine kendisi de Şii olan Cihan Şah ülkesini kaybedeceği korkusuyla Cüneyd’i Erdebil’den kovdu. Şeyh Cüneyd’in yeni adresi ise Anadolu Türkmenlerinin yanı oldu. Önce Osmanlı Sultanı Murat’a gitti, kendisine Kurt Beli mevkiisinin verilmesini ve bölgede irşada başlamak istediğini bildirdi. Sultan Çandarlı Halil Paşa’nın uyarısı ile bu isteği reddetti, ona bir miktar para verdi; “Bir tahta iki sultan sığmaz” dedi, başından savdı. Şeyh Cüneyd burada umduğunu bulamayınca Karamanoğulları’nın kontrolündeki Konya’ya Sadreddin Konevi Dergahına gitti. Burada iyi karşılanmadı savunduğu görüşler nedeniyle cemaatle namaz kılması engellendi, dergâhın dışında cemaatten uzakta imama uyup namaz kıldı. Bir gün dergâhın şeyhi, Şeyh Abdüllatif ile tartışmaya girişti, tarikatın geleneklerini/içtihadını sorguladı. Şeyh Abdüllatif’e sorduğu, “Ashaba mı bağlılık evladır, yoksa evlada mı?” sorusunda tartışma düğümlendi. Şeyh Abdüllatif, kast ettiğiniz konuda ashaba bağlılık evladır, çünkü bu hususta ayet vardır.” cevabına Şeyh Cüneyd, “O ayetler nazil olduğunda sen orada mıydın/ onlarla birlikte miydin?” diye çıkışınca Şeyh Abdüllatif, Cüneyd’e bu sözleriyle kafir olduğunu, onun yolundan gidenlerin de kafir olacağını, çünkü Kur’an’ı tezyif ve ayetleri inkâr ettiğini söyler. Tartışma kavgaya dönüşür orada bulunanlar her iki şeyhin kollarına girerek oradan uzaklaştırırlar. (Gündüz, 2018)
Bu olaydan sonra Karamanoğulları’nın baskısı üzerine Konya’dan ayrıldı, Toroslarda yaşayan Varsak Türkmenleri’nin yanına gitti. Varsak Türkmenleri onu coşkuyla karşıladılar. Karamanoğulları burada izini bulunca bu defa Türkmenler’in kışlık alanları olan Halep’e geçti. Bu defa Memlükler Cüneyd’den rahatsız oldu üzerine kuvvet gönderdiler bunun üzeine buradan da kaçmak zorunda kaldı ve Çepni Türkmenleri’nin yanına gitti.
Oymaklar arasında sürekli yer değiştirmek zorunda kalan Şeyh Cüneyd, Haci Bektaşi Veli ve Anadolu’nun gezgin dervişlerinin batıni etkisinde olan Türkmenler arasında 12 İmam ve Ehlibeyti üzerine yaptığı ateşli konuşmalarla bu grupları etkiler ve bolca mürit edinir. Türkmenler için Şeyh Cüneyd Hz.Ali donunda zuhur etmiş bir kişiliktir kutsanır ilahlaştırılır. Yıllardır bekledikleri Mehdi nihayet gelmiştir. Allah’ın Aslanı, velayet kapısı Hz. Ali’nin elinden zorla gasp edileni yeniden alacak olan ilahi adaletin bir temsilcisi olarak Şeyh Cüneyd yüceltilir.
Türkmenler’in desteğiyle Trabzon Rum İmparatorluğuna saldırısı Osmanlı’nın müdahalesi ile başarısız olunca Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan Bey’e sığındı ve onun kız kardeşi Hatice Begüm ile evlendi. Bu evlilik Şeyh Cüneyd’in Türkmenler üzerindeki etkisini daha da artırdı. Burada edindiği müritlerine, diğer bölgelerde gelen Türkmenler de katılınca bu defa Çerkezlerin üzerine yürüdü, epeyce ganimet edindi. Tarikat artık siyasallaşma sürecine girmişti ki Şirvanşah Halil bu durumdan rahatsız oldu üzerine ordusunu gönderdi. Yapılan savaşta Şey Cüneyd öldürüldü. Tarikatten, devletleşmeye doğru giden hareketin meşalesi de bir süreliğine sönmüş oldu.
Kızılbaş kavramı etrafında inançsal ve toplumsal bilincin oluşması
Akkoyunlu hükümdarı dayısı Uzun Hasan’ın sarayında Sünni bir çevrede yetişen Haydar’ın (ö. 1488) babası Şeyh Cüneyd’in dini ve tasavvufi anlayışını nasıl edindiği, inançsal eğitimini kimden aldığı bilinmezliğini koruyanlar arasında.
Erdebil Tekkesi’nin başına yirmili yaşlarda geçen Haydar, ilk olarak babasını ihbar eden ve onun tekkede kovulmasını sağlayan amcası Şeyh Cafer’i Erdebil’den kovdu. Bu suskunluğunu koruyan Erdebil Tekkesi müritlerinin yeniden hareketlenmesine yol açtı. Erdebil Tekkesi’nin başına Şeyh Cüneyd’in oğlunun geçtiğini duyan Türkmenler ona bağlılığını bildirip akın akın tekrar Erdebil’e gelmeye başladılar. Türkmenler için yeni mehdi artık Şeyh Haydar’dı.
Şeyh Haydar babasının bıraktığı yerden tekkenin siyasallaşma sürecini kaldığı yerden devr aldı ve devam ettirdi. Kendisine katılan müritlerine silahlanmayı öğütleyip daima savaşa hazır olmalarını emretti. Müritlerine on iki dilimli “Tâc-ı haydarî” adı verilen kızıl başlık giymelerini salık verdi. (Daftary, 2016) Bu on iki dilimin her biri Hz.Ali soyundan gelen 12 İmamların birine karşılık geliyordu ve kendi soyu da İmam Musa Kazım’a çıkıyordu. Şeyh Haydar’a göre bu başlığı rüyasına giren Hz. Ali istemişti. Müritleri bunu ilahi bir işaret olarak algıladı. Aynı başlığı Hz. Ali Sıffîn Savaşında Muaviye’ye karşı savaşırken askerlerine giydirmişti, yine Hayber Kalesi’nin fethinde Hz. Ali başına kırmızı sarık sarmıştı. (TDV, 2022) Bu ve benzeri anlatılarla Şeyh Haydar taraftarları Taç-ı haydari’ye kutsiyet atfettiler. Devletleşme sürecinde önemli bir ayrıntı olan siyasi simge 12 İmamlardan güç alarak ortaya çıkmıştı. Bu Ehlibeyt merkezli Kızılbaşlıktı.
Şeyh Haydar iyi bir örgütleyiciydi halifelerini her yana özellikle Türkmen gruplar arasına gönderdi. “Halifeler Türkiye’de muhtelif yerlerde yaşayan Kızılbaş zümrelerinin başında bulunan temsilcilerdi. Bunlar menşe bakımından yine o zümrelere mensup, yani Anadolulu kimselerdi. Halifeler bir müddet Erdebil’de bulunup tarikatın usul ve erkanını öğrenirler ve aldıkları talimatla memleketlerine dönerlerdi.” (Sümer, Safevi Devleti ve Kuruluşunda Anadolu Türklerinin Rolü, 1976) Bu halifeler Türkmen toplulukların lideri konumunda olan kişiler olduklarında Anadolu’ya tekrar dönüp faaliyet yürüttüklerinde halk arasında büyük kabul görüyorlardı. Eğitimli halifeler Erdebil Tekkesine mürit kazandırmanın dışında, Anadolu’da Haydari, Kalanderi, Babai, Bektaşi ve benzerleri içindeki faaliyetleriyle bu topluluklar arsındaki inançsal farklılıkları gideriyor, adeta homojen bir yapıya doğru yönlendiriyorlardı. Halifelerin faaliyetleri bir yandan Anadolu’da Kızılbaş Alevi topluluğu oluştururken diğer yandan Erdebil’e gönderdikleri müritlerden Şeyh Haydar’ın “Kızılbaş Ordusu’nu” oluşturdular. Artık her tarafta Erdebil Tekkesi’ne bağlı müritlere Kızılbaş denmeye başlandı.
Şeyh Haydar, babası Cüneyd gibi Şirvanşahlar üzerine yürüdü. Haydar’ın önünden kaçan Şirvanşah Ferruh Yesar, Akkoyunlular’dan yardım istedi. Akkoyunlular’ın başında bulunan Sultan Yakup, Şeyh Haydar’ın siyasi gayesinden rahatsızdı, bunu da fırsat bilip üzerine ordu gönderdi, yapılan savaşta Şeyh Haydar öldürüldü. (Bey, 1264) Cesedi Tabersaran’a gömüldü (Mehmed Âtıf, 1601) ve kesik başı Tebriz’e getirildi. (Ruzbihan, 2003)
Erdebil Tekkesi’nin Siyasallaşmasında Türkmen etkisi
Türkmen topluluklarını inançsal anlamda etkileyen Erdebil Tekkesi, bu karşılıklı ilişki içinde kendisinin hiç etkilenmediğini söylemek pek de doğru olmasa gerek. Heterodoks topluluklar içerisine giren Erdebil Tekkesi halifeleri o grupları homojen bir yapıya doğru yönlendirirken kendileri de Türkmenler’den büyük ölçüde etkilenmişlerdir. Bu konuda Faruk Sümer şunları söyler, "Anadolulu Kızılbaş Türkler olmasa, değil Safevi Devleti’nin kuruluşu, Erdebil Şeyhleri’nin siyasi gayeler taşıması bile düşünülemezdi. Hatta kaynaklardan açıkça anlaşıldığı gibi, onlar yani Anadolu Türkleri veya onların bir kısmı aşırı dini inançlarını Şeyh ve Şahlarına kabul ettirmeye çalışmışlardır." (Sümer, Safevi Devleti ve Kuruluşunda Anadolu Türklerinin Rolü, 1976).
Birden fazla devletin yönetimi altında bulunan Türkmenler, bulundukları ülkelerin gerek yönetim biçimiyle gerekse inançlarındaki farklılık nedeniyle hoşnut olmadıklarını zaman zaman isyanlara kalkışarak sert biçimde göstermekten de çekinmedikleri tarihi bir gerçektir.
Yaşadıkları coğrafyada bulunan yönetimlerden hoşnut olmayan Türkmenler ancak Ali soyundan gelen bir Mürşid-i Kamil’in yönettiği devlette daha adil ve yaşanır olabileceği düşüncesine sahip olduklarını kalkıştıkları isyanların politiğinde rahatlıkla gözlemleyebiliriz. Öte yandan Şah İsmail’in devletleşme sürecine yedi Kızılbaş reisle yola çıkarak başlaması, (Kumi, 1971) henüz çocuk yaşta olan şeyhin onların etkisinde olmadığını söylemek pekte doğru olmasa gerek. Şeyh Gilan’dan ayrılırken yanında Kızılbaş reislerden; Talışlı Hulefe Bey, Şamlu Abdi Bey, Lala Hüseyin Bey, Karamanlu Rüstem Bey, Karamanlu Bayram Bey, Hınıslu Aykutoğlu İlyas Bey, Kaçar Kara Piri Bey gibi isimler vardı ve bu reisler Safevi Devleti’nin kuruluş sürecini başlatan Kızılbaşlar’dır. Yedi kişiden oluşan Kızılbaş reisler şeyhlerinin önderliğinde Alisoylu devletin kuruluşunun ilk ateşleyicileri olmuş ve onu etkilemişlerdir.
Erdebil Tekkesi halifeleri Türkmen topluluklar üzerinde inanç merkezli bir etki oluştururken, bu toplulukların reisleri de tekkenin siyasallaşması yönünde baskı ve etki oluşturmuşlar bunu hayata geçirmek içinde Mürşid-i Kamil Alisoylu önderlerinin öncülüğünde devletleşme sürecini başlatmışlardır.
Şeyhlikten Şahlığa doğru yolculukta Türkmenlerin rolü
Mürşid-i Kamil Şeyh İsmail’in yedi kişi ile başlattığı hurucu Türkmenler arasında hızla yayıldı. Kızılbaş toplulukları Hz. Ali’nin, İsmail donunda zuhur ettiğini yeni kurtarıcı Mehdi olduğu inancıyla onu ilahlaştırdılar. Mürşid-i Kamil’in emirlerine uymak, yasaklarından sakınmak, onun hurucuna katılmak, uğruna savaşmak ve ölmek Kızılbaşlar için kutsal bir görev sayılıyordu. Şeyhlerinin hurucuna katılmak için akın akın yolara düşen Kızılbaş Türkmenler, çeşitli zorlukları ve baskıları aşarak ona ulaşmaya başladılar yedi kişiyle yola çıkılan hareket kısa sürede binleri buldu. Türkmen gruplar Şeyhlerinin öncülüğünde önce Erdebil’e geldiler, burada bir müddet kaldılar, üzerlerindeki baskılar artınca henüz güçlerinin yeterli olmadığını düşünerek Erdebil’den ayrılıp Mermi köyüne gittiler. Talışlı Mirza Muhammed çeşitli vaatlerle şeyhin üzerine gönderilmesine rağmen o Mermi Köyü’ne gelip İsmail’e bağlılığını bildirdi. (Rumlu, 1979)
İsmail ve Türkmenler’in yürüyüşü Dokuz Ulam’a vardığında Bayburtlu aşiretinden Karaca İlyas kendisine bağlı Rumlu sufilerle gelip bağlılığını bildirdi. Rumlular o güne kadar İsmail’e bağlılığını bildiren en büyük gruptu. Karaca İlyas’ın bağlılığı Kızılbaş gruplar arasında hızla karşılık buldu, İsmail’e katılım hızlandı. Bu arada Meteş Kalesinden, Karaca İlyas ile gelen Kızılbaşlara saldırı haberi gelince, kale kuşatıldı ve kısa sürede alındı, direnenler öldürüldü. Kendilerine karşı koyanların sonunun böyle olacağı mesajını da vermiş oldular.
İsmail ve beraberindekiler uzunca bir yürüyüş sonunda Erzincan’a ulaştı. Buradan Bingöl yaylalarında bulunan Ustaclu Türkmenleri’nden Fethoğlu Hamza Bey’in yanına gitti. “Ertesi sabah Hamza Bey’den haber alan bütün aşiret mensupları, aksakallılar, kadınlar ve çocuklar Şah’ı karşılamaya çıktılar. Tıpkı Ensar’ın Hz. Muhammed’i Medine’ye götürdüğü gibi ayak vurarak ve şarkılar (Deyişler) söyleyerek kavimlerinin içine götürdüler.” (Şirazi, 1991). İsmail’e burada Ustaclulardan başka, Şamlu, Avşar, Tekelü, Varsak, Dulkadir, Kaçar, ve Karacadağ sufilerinden 7 bin kişi katıldı. (Rumlu, 1979).
İsmail ve etrafında yer alan Türkmen reisler bu yürüyüşleri ile beklediklerinin üzerinden destek almışlardı. Artık sıra Ehlibeyt soyunda gelen Mürşid-i Kamil Şah İsmail’in devlet kurma zamanıydı.
Kızılbaş Türkmenlerce Şah-ı Merdan Alinin don değiştirmiş bir şekli ve Mehdi olarak görülen Şah İsmail, yedi büyük Türk oymağına mensup müritlerinden oluşan ordusuyla (Yaman, 2012) Safevi Devlet’ini kurmak için yola çıkma vakti çoktan gelmişti. İsmail için karar verme zamanıydı.
Kızılbaş ordusu orta büyüklükte bir güce erişince İsmail, Türkmen reislerle hangi yöne sefere çıkılması gerektiği yönünde müzakere etti. İsmail’in kafasında dedesi Şeyh Cüneyd ve babası Şeyh Haydar’ın ölümüne sebep olan Şirvanşahlar ile kardeşi Sultan Ali’yi öldüren kendisini altı yıl boyunca ölüm tehdidi altında yaşatan Akkoyunlular vardı. Reisler ortak bir fikre sahip değillerdi bir kısmı Diyarbakır üzerine bir kısmı da Gürcistan üzerine sefere çıkmak istiyordu. İçlerinden bazı beyler ise biraz daha güçlenmek gerektiği fikrindeydi.
İsmail yapılan müzakerenin sonunda o gece istişareye yatacağını ve On İki İmam’dan alacağı ilham ile ertesi sabah sefer yerini söyleyeceğini bildirdi. (Gündüz, 2018) İsmail ertesi gün kararını vermişti Şirvan şahlar üzerine yürünecekti. Tarih yaprakları 1500 yılını gösterdiğinde Şirvanşahlar üzerine sefere çıkıldı. Sefer sırasında Gürcistan üzerine Hulefe Bey’i akına gönderdi. Hulefe Bey yüklüce bir ganimetle döndü. Aykutoğlu İlyas Bey’de Menteş kalesini ele geçirdi. (Kumi, 1971) Bu başarılar Kızılbaşların moralini epeyce yükseltti.
Şirvanşahlar ile Türkmenler’den oluşan Kızılbaş Ordusu Şamahı yakınlarında Cebani mevkiinde karşı karşıya geldi. Safevi kaynaklarının bildirdiğine göre Kızılbaşlar 7 bin kişi, Şirvanşahlar ise 20 bin’i süvari olmak üzere 26 bin kişiden oluşuyordu. Kızılbaş ordusunun sağında Şamlular, solunda Ustaclular yer alıyordu. Dulkadirliler, Tekelüler ve Rumlular ise İsmail ile beraber merkezde bulunuyordu. (Gündüz, 2018)
Günün sonunda savaşı Kızılbaşlar kazandı Şirvanşah Ferruh Yesar öldürüldü. Ülkesi Kızılbaşların kontrolüne geçti. Böylece Şeyh Haydar’ın intikamı alınmış oldu.
Ele geçirilen ganimetler Kızılbaşlar arasında pay edildi. Bu etrafta duyulunca İsmail’e katılım daha da arttı. Bir yıl sonra Bakü ele geçirildi ve böylece Şeyh Cüneyd’in de intikamı alınmış oldu.
Kızılbaşlar bu kez yönlerini Tebriz’e çevirdiler, buna neden olan ise Şeyhlerinin gördüğü rüyaydı. İsmail o gece rüyasında On İki İmamlardan birini gördü. İmam ona Azerbaycan’a yönelmesini söyledi. Tarihçilere göre ise daha önceden İsmail’in hizmetine giren Akkoyunlu veziri Emir Zekeriya-i Tebrizi-Kececi’nin telkinleri sonucu Azerbaycan’a yönelmişlerdi.
Kızılbaşlardan oluşan 7 bin kişilik ordusuyla İsmail Şurur’a gelip Akkoyunlu hükümdarı Elvend’ın 30 bin kişilik ordusu karşısında saf tuttu. İsmail’in ordusu Şirvan seferinde yer alan Kızılbaş reisleri bu savaşta da aynı düzen içinde meydana çıkmışlardı. Denk olmayan kuvvetlerin tutuştuğu savaşta Kızılbaşlar Elvend’in ordusuna ağır bir mağlubiyet yaşattılar. Elvend savaş meydanında kaçıp Erzincan üzerinden Diyarbakır’a döndü. Bu zafer ile Tebriz yolu tamamen İsmail’e açılmış oldu.
Zafer sonrası İsmail ve Kızılbaşlar, yönünü Tebriz’e çevirdiler birkaç gün sonrada 12 bin Kızılbaş Tebriz’e girdi. Tebriz’in ileri gelenleri onu karşılayıp bağlılıklarını bildirdiler. (Rumlu, 1979)
İsmail burada taç giyip Şah unvanını aldı.
Türkmenlerin, Erdebil Tekkesi’ne bağlılığıyla başlayan Şeyh Cüneyd ile siyasal bir eğilime dönüşen, Şeyh Haydar’ın 12 dilimli kızıl börk giydirerek Kızılbaş adı altında siyasal görünüm kazandırılan Kızılbaş Türkmenler’in iktidar arayışları Şah İsmail ile meyvesini verdi. Erdebil tekkesi ile baştan beri iyi ilişkiler içinde olan Türkmen reisleri Şeyh Cüneyd ile birlikte tekkenin içinde görünür oldular ve siyasallaşma sürecinde aktif rol aldılar. Öyle ki bu reisler tekkenin şeyhleri üzerinde oluşturdukları dinamik mücadeleci anlayışla adeta onları Alisoylu bir devlet kurmaya teşvik ettiler. Bu mücadeleleri Hz Ali’nin don değiştirmiş hali, Mehdi olarak görülen Şah İsmail ile zirveye çıktı ve sonunda yer yüzünde adaleti sağlamak adına Mürşid-i Kamil liderleri önderliğinde Safevi Devleti’ni kurmayı başardılar.
Safevi Devletinin oluşumu ve Şii eğilime yönelme
Şah İsmail’in askeri gücünü Kızılbaşlar oluşturuyorlardı “Ancak bu askeri Kızılbaş Türkmen aristokrasisi, kabile inanç ve değer ölçülerini belirleyen ekonomik ilişkilerin dışına henüz çıkamamış; kent toplumu şöyle dursun, tam yerleşik toplum bilincine sahip değildi.” (Kaygusuz) Böyle olmakla birlikte Kızılbaşlar, Mürşid-i Kâmil önderleri için gözlerini kırpmadan ölüme gidiyorlar, inançları uğruna canlarını feda etmekten çekinmiyorlardı. Hal böyle olmakla birlikte bunların devlet yönetimiyle ilgili en ufak bir deneyimleri yoktu. Öte yandan tekeden devletleşmeye geçen süreçte görev alan halifeler, dede/babalar inançsal anlamda toplumu idare etmenin dışında devlet kademelerinde yer almak veya yönetimi konusunda hiçbir deneyime sahip değillerdi. Bu yeni kurulan devlet için ciddi bir sorun oluşturmaktaydı.
Şah İsmail, Safevi Devleti’nin ilanından sona Zekeriya’yı vezaret makamına getirdi. Akkoyunlu Sarayında yetişmiş deneyimli bir devlet adamını idarenin başına getirmiş oldu. Gilan’da kendisine Kuran hocalığı yapan Mevlâna Şemseddin Gilani’yi en yüksek dini otoriteyi temsil eden “Saderet Makamının” başına getirdi. Topraklarındaki dini vakıfların ve tarikatların kontrolünü tek bir elde birleştirdi. Daha sonra bu makam Safevi Devleti’nin Şiileşmesinde önemli rol üstlendi. “Emirü’l-ümeralık ise Lala Hüseyin Bey ve Dede Abdal Bey’e verildi. Rumlu Div Ali’ye sultan unvanı verilerek emirliğe yükseltildi. Karamanlu Bayram Bey ise Şah İsmail’in kız kardeşiyle evlendirildi.” (Kubad, 2001). Bu atamaların yanı sıra Safevfi Devleti’nin birçok kurumu Akkoyunlar’dan alındı ve devlet şekillendirildi.
Şah İsmail, Safevi Devleti’nin kurumlarının başına atamaları yaptıktan sonra on yıl içinde Kızılbaş Ordusuyla bütün İran’ı kontrol altına aldı. Artık imparatorluğu Ceyhun’dan Bağdat’a kadar uzanıyordu. İran coğrafyası uzun bir aradan sonra ilk kez tek bir devlet tarafından yönetilir oldu.
Şah İsmail, önceden düşünmüş olacak ki Tebriz’e girdikten sonra ilk iş olarak devletin resmi dini olarak Şiiliği ilan edeceğini emirleri ile müzakere etti. Onlar Tebriz’in ahalisinin çoğunluğunun Sünni olduğunu kabul etmeyeceğini söylemelerine rağmen ertesi gün Cuma Camisi minberine Mevlâna Ahmed-i Erdebili’yi çıkartı ve On İki İmamlar adına hutbe okuttu. Ezanın, “Eşhedü enne Aliyyün Veliyullah” şeklinde okunmasını, ilk üç halife Ebubekir, Ömer, Osman’ın kötü bir şekilde anılmasını emretti.” (Yaman, 2012). On İki İmam Şiiliğini ya da ona karşılık gelen Şiiliği toplumun tüm kesimlerine dayattı.
Şah İsmail İran’da hakimiyetini sağladığı süreç boyunca bu coğrafyada yaşayan Şiilerden hiçbir biçimde destek görmemesine rağmen Safevi Devleti’nin oluşumuyla birlikte baskı altında olan bu gruplar özgürce inançlarını yaşamaya başladılar. İran’da Şii ulema sınıfı yeterince olmadığından dolayı Safeviler On İki İmamcı ilim merkezlerinden; Necef, Bahreyn ve Güney Lübnan’daki Cebeliamil’den ilahiyatçı ve fakih davet ettiler. Bu davete icabet eden ulema yerel ulemayla birlikte Şiiliğin temelini oluşturan birçok eseri telif ettiler ve İran’da Şiiliğin gelişmesine katkı sundular. On İki İmamcı ulemanın arasında en başta gelen alim, Cebeliamil’deki Bekaa Vadisi’nde dünyaya gelen ve Muhakkık-ı Sani olarak tanınan Şeyh Ali el-Kereki el-Amili’ydi (ö.1534) Şah 1.Tahmasb, Şeyh el-Kereki’yi “müçtehitlerin sonuncusu” (hatemü’l-müctehidin), hatta “İmamın vekili” (naib-i imam) ilan etti ve ülkesinde On İki İmamcı Şiiliğin yayılmasına göz kulak olmakla görevlendirdi. (Daftary, 2016).
Dinsel vakıfların yönetiminde ve ülkenin her yanında Şii İslam’ın yayılmasında ve koordinasyonunda sorumlu Sadr makamı yaratıldı. Yine On İki İmamcı Şiiliğin yerleşik öğretilerini yayacak ve aşırı düşünceleri kontrol altında tutacak İmami fakih sınıfının eğitimini de teşvik ettiler.
“Şah I. Abbas (1587-1629) zamanında, Safevilerin, ilahi otorite ya da gaybeti sırasında Mehdi’yi temsil etme iddiaları hızla sönerken, Kızılbaşlar İran’daki etkilerini yitirmiş ve tarikatlar neredeyse yok olmuştu. Varlığını sürdüren birkaç tarikat küçülüp yerelliğe hapsolurken, Nimetullahiye faaliyetlerini Hindistan’a kaydırdı; sufi ile mülhid sözcükleri eş anlama gelmişti.” (Daftary, 2016)
On İki İmam Şiiliğinin Kızılbaşlar içinde yayılması
On İki İmamcı Şiiliğin resmi din olarak kabulü ile birlikte Kızılbaş toplulukların bu Şiileştirme hareketinden kaçınması mümkün değildi. Şah İsmail yeni propagandacı dervişler vasıtasıyla On İki İmam Şiiliğini göçebe\yarı göçebe topluluklar arasında yaymaya başladı. Elbette ki On İki İmam Şiiliği geleneksel bir anlayışıyla bu topluluklara verilmesi çokta mümkün değildi. “Ancak On İki İmam Şiiliği klasik biçimiyle değil, Kızılbaş boyların tenasüh, hulül gibi eski inançlarıyla uygun bir biçimde onlara sunuldu. Kerbela matem kültü, Ehl-i Beyt düşmanlarına lanet (teberra) ve Ehl-i Beyt dostlarına muhabbet (Tevella) Safevi propagandasının temelini oluşturdu.” (Yaman, 2012)
Safeviler Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar ulaşan halifeleriyle Kızılbaşlar için hazırlattığı, içinde Aleviliğin inanç esaslarının yazılı olduğu kitapları -biz bunları bugün “Buyruk” adıyla tanımlamaktayız- her yana gönderdiler. Safeviler gönderdikleri halifeler ve yazılı kaynaklarla Anadolu’da yaşayan sözlü geleneğin hakim olduğu Bektaşi, Kalenderi, Haydari, Babai, Bedreddini vb.lerinin etkisi altında bulunan toplulukları ortak sosyal ve dinsel düzenlemeler \ ritüellerle ile süreç içinde Kızılbaşlıkla simgeleşen homojen denebilecek bir yapıya tabi tuttular. “Bugün bilinen kentleşme öncesi Aleviliğin sosyal ve dinsel yapılanması, hiç kuşkuya yer vermeyecek biçimde, Kızılbaş Türk boylarınca kurulan Safevi Devlet’inin hem güçlü bir ozan hem de güçlü bir lider olan efsanevi bir şahsiyet, Şah İsmail Hatayi döneminin ürünüdür.” (Yaman, 2012)
Kızılbaşlar’da yol ayrımı
Safeviler’in Anadolu’da yürüttükleri propaganda faaliyetleri Osmanlı’nın varlığını tehdit eder boyuta ulaşınca ll.Bayezid önlemler almak zorunda kaldı. Sınır boylarından Şah İsmail’e gidenlerin geçirilmemesi emrini verdi. Şah taraftarı olanları Mora ülkesine sürgün etti. “Gerek dinsel hareketler ve gerek dinsel içtihada dayalı olaylar Osmanlı idaresinde hiç eksik olmamıştır. Rafızilerin ‘defterleri tutulup’ öldürülmeleri, bazılarının ‘Kızılırmak’a atılıp’ bazılarının ‘ihrak bi’nnar’ edilmeleri yani yakılmaları düzenli bir sistem içinde uygulanmıştır.” (Refik, 1932).
Artık Safeviler’in Anadolu’daki Kızılbaş toplulukların başına atadıkları halifeler ve bunların başına getirdikleri “halifetü’l-hulefa” adı verilen kişilerin serbestçe dolaşımı imkânsız bir hal almaya başlamıştı. Bu durum l.Selim’in işbaşına gelmesiyle birlikte iyice arttı. l. Selim ilk iş olarak “Safeviler’in Osmanlı ülkesinde elân kışkırtma ve fesatlarının önü alınmak lazım geldiğinden, memleket içinde ne kadar Şah İsmail taraflısı var ise onları katil ve idam ederek sonra İran üzerine düşmanca hareketin ilanı müzakere olunsun.” (Efendi, 1972) Fermanıyla Kızılbaşların katliamına buyruk verdi. Bunun ardından dini ulema Kızılbaşların öldürülmesinin caiz olduğunu, mallarının helal, nikahlarının ise batıl olduğu, onlara karşı yapılacak savaşın cihad olacağı yönünde fetvalar verdiler.
l. Selim bununla da yetinmedi Şah İsmail ile savaşa tutuşmadan önce Anadolu’da Kızılbaşlara yönelik tam bir sindirme hareketine başladı. Kızılbaşlar bulundukları yerde katledildiler. Bu konuda Osmanlı tarihçisi şu bilgileri veriyor. “Bundan önce ayağı uğurlu padişah, Rum diyarında yerleşmiş bulunan Kızılbaş tutkunlarını ve Alevi tavşanlarını araştırmak için ülke yöneticilerine uyulması gerekli buyruklar gönderüp, yediden yetmişe varınca ol yaramazlardan idüğü saptanan eşkıyanın adları defter olunup mutlu kapuya bildirilmesine ferman-ı hümayun çıkmıştı. Cihanda geçerli bu buyruk gereğince yöneticilerin araştırma ve taramalarıyla sayıları 40 bini bulan bunların kimi ortadan kaldırılıp, kimi hapse attırıldı.” (Efendi H. S., 1992)
Osmanlı’nın fermanları ve fetvaları ile Anadolu’da başlayan Kızılbaş avı halifelerin talipler arasında dolaşımını zora soktuğu gibi Safevi Devleti’yle olan ilişkilerini de sekteye uğrattı. Bu halifelerin Anadolu’da Kızılbaş topluluklar arasındaki dolaşmaları, merkezde aldıkları emirleri ve yeni içtihatları taliplerine iletmeleri zorlaşmıştı. Bu durum l. Selim ve Şah İsmail’in 23 Ağustos 1514 Çaldıran Ovası’ndaki savaşından sonra iyice imkânsız bir hal aldı.
Bu savaş ve Kızılbaş takibi iki sonuca yol açtı;
1-Mevcut durumun oluşması Anadolu’nun ücra köşelerinde içe kapanık göçer\konar bir yaşam sürdüren merkezi devlet Osmanlı ile ilişkisi kopuk olan Kızılbaş topluluklarının iyice içe kapanmasına neden oldu.
2-İçe kapanma ve Safevilerle olan ilişkinin asgari düzeye inmesine ve merkezdeki On İki İmamcı Şiiliğe dönüşüm süreci ile de ilişkinin kesilmesine neden oldu.
Bunun sonucu olarak İran coğrafyasında bulunanlar geleneksel On İki İmamcı Şiiliğe dönüşürken, içe kapanan Anadolu Kızılbaşları da tenasüh, hulül, tasavvuf ve batini anlayışlarla harmanlanmış On İki İmamcı inanç biçimini koruyarak günümüze kadar geldi. Anadolu’da günümüzde seküler yaşam biçimine rağmen varlığını devam ettiren Kızılbaşlık, İran coğrafyasında tarihin tozlu sayfaları arasına karışıp yok oldu.
Sonuç olarak Safevi Devleti’ni, yaşadıkları coğrafyadaki hükümdarların gerek ekonomik gerekse inanç yönlü baskılarına maruz kalan, dönem dönem merkezi otoriteye karşı ayaklanan Kızılbaş Türkmen topluluklardan; Ustacalu, Rumlu, Tekeli, Karamanlu, Dulkadir, Varsak Türkmenlerince uzunca bir mücadele sonunda Mürşid-i Kamil Şah İsmail önderliğinde Alisoylu bir devlet olarak kuruldu. Kurulan bu devlet ilk zamanlar Batini, Tasavufi ağırlıklı bir Kızılbaş anlayışa sahipken zaman içinde batini-sünnet dengesini sağlayarak On İki İmamcı geleneksel Şiiliğe dönüştü. Bu dönüşümle birlikte Kızılbaş anlayıştan tamamen uzaklaştı.
Anadolu’da yaşayan Kızılbaş Türkmen topluluklar ise bu dönüşüme karşı durdular. Batini, Tasavvufi bir anlayışla Kur’an ayetlerini tevil edip namaz, oruç, haç gibi ritüellere geleneksel anlayıştan farklı anlamlar yüklediler. Batini-sünnet dengesi yerine, batıni anlayışla On İki İmam anlayışını harmanlayıp farklı bir yöne evrildiler. Böylece zaman içinde kurdukları Safevi Devleti’nden her yönüyle uzaklaştılar.
Kaynakça
Abbaslı, M. (1976). Savevilerin Kökenine dair.
Bey, F. (1264). Münşeatü's-Selatin c-1 Alıntılayan Tufan Gündüz. İstanbul.
Daftary, F. (2016). Şii İslam Tarihi. İstanbul: Alfa.
Efendi, H. (1972). Osmanlı Devleti Tarihi. Sadeleştiren Zuhiri Danışman cilt:5 alıntılayan Dr Ali Yaman. Alevilik Kızılbaşlık Tarihi 2012. İstanbul : son havadis Yayınları.
Efendi, H. S. (1992). tacü't-tevarih c. IV . Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Gündüz, T. (2018). Son Kızılbaş, Şah İsmail. istanbul: Yeditepe.
Kaygusuz, İ. (tarih yok). Anadolu Aleviliğinin Kızılbaş Siyasetinden Kesitler. istanbul. http://www.ismailkaygusuz.com/makalelerim/arastirma-inceleme-makaleleri/407-407 adresinden alındı
Kubad, H. B. (2001). Tarih-i İlçi-yi Nizamşah (neşr. Muhammed Rıza Nasırî-Koiçi Haneda) alıntılayan Tufan Gündüz Şah İsmail. Tahran.
Kumi, K. A. (1971). Hülasatü't-Tevarih (neşr. İhsan İşraki) alıntılayan Tufan Gündüz. tahran.
Mehmed Âtıf, H. (1601). Hülâsatü't-tevârîh Alıntılayan Tufan Gündüz. istanbul.
Refik, A. (1932). On altıncı asırda Rafızilik ve Bektaşilik. alıntılayan Dr Ali Yaman Alevilik Kızılbaşlık tarihi 2012. istanbul: Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi .
Rumlu, H.-ı. (1979). Ahsenü't-Tevarih (neşr. Abdülhüseyin Nevaî). tahran.
Ruzbihan, F. (2003). Tarih-i Alem-ara-yı Emini alıntılayan Tufan Gündüz. istanbul.
Sümer, F. (1976). Safevi Devleti ve Kuruluşunda Anadolu Türklerinin Rolü. Ankara: Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü yayınları.
Sümer, F. (1976). Safevi Devletinin Kuruluşu ve gelişmesinde Anadolu Türklerinin rolü. Güven Matbaası.
Şirazi, A. B.-i. (1991). Tekmiletü'l-Ahbar s.37 (neşr.Abdülhüseyin Nevai). tahran.
TDV. (2022). İslam Ansiklopedisi. https://islamansiklopedisi.org.tr/kizilbas. adresinden alındı
Yaman, P. A. (2012). Alevilik & Kızılbaşlık Tarihi. İstanbul: Nokta kitap.