Alevilikte Nevruz: Velâyet Kandilinin Sönmeyen Nurudur

Abone Ol

Aleviliğin kendi inanç sistemi içerisinde teolojik felsefesini de oluşturan üç önemli makam mevcuttur ve bunlar sırasıyla: Ulûhiyet (Yaratıcı olan Allah), Nübüvvet (Peygamberlik) ve Velâyet (Nübüvvet mirasının yeni kuşaklara taşınması ve yaşatılması) makamlarıdır. Bilindiği gibi İslamiyet, Kur’an-ı Mukaddeste buyurduğu gibi insanlığa gönderilen “son din” ve Kutlu Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa ise “son peygamber” yani dünyayı şereflendiren son Elçidir.
Peki, son Peygamberin mirasını, getirdiği ve yaşatılmasını istediği bir toplumsal hayatı, ondan sonra kim yaşatacak veya itilaflı hallerde kim topluma önderlik edip, Hakk yolunu gösterecekti? Bir düşünün Hz. Peygamber’e ve Onun tebliğ ettiği dine, daha O hayattayken muhalefet eden binlerce insan varken, onun dünyadan ayrılmasıyla kimler muhalif olma konusunda kıran kırana yarışmazlardı ki?

Bugün, pek çoğumuz farkında olmazsak bile, Hz. Muhammed’in (sav.) büyük bir sosyolog olduğunu yaşamındaki uygulamalardan anlayabiliyoruz. Toplumsal dönüşümün sancılarını nasıl yönettiğinin de ayrıca farkında olmak gerekiyor. Bütün yaşamını cehaletle savaşa adamış Kutlu Peygamberimiz kendi ümmetini, ümitsiz bırakabilir miydi? Hiç şüphesiz ki bırakamazdı ve bırakmadı da! Elbette ki bu izahın Aleviliğin inanç havzası içerisinde böyle algılandığını ifade etmek gerekiyor. Hz. Peygamberden sonraki dini uygulamaların ve rehberliğin en büyük sancaktarı hiç şüphesiz ki Hz. Ali’dir. Hz. Ali’nin, miladi 21 Mart 598 (?) yılında Mekke’de doğduğu kabul edilir. Babası Hz. Peygamberin amcası Ebu Talip, annesi Fatıma bint Esed b. Haşim’dir. Hz. Peygamber, henüz çocuk olan Ali’yi himayesine alarak geçim darlığı çeken amcası Ebu Talip’e yardım etmek istemiştir. Beş yaşından itibaren Hicrete kadar Hz. Peygamber’in yanında büyüyen Hz. Ali, Müslümanlığı çocuk yaşta kabul eden ilk kişidir. Hz. Ali, On İki İmamın ilkidir. Çocukluğundan itibaren hiç puta tapmayan Hz. Ali, bu özelliği nedeniyle Müslümanlar arasında “Kerremallahu veche (Allah yüzünü şereflendirsin)ˮ sıfatıyla anılmaktadır. Hz. Peygamber’in sahabeleri içerisinde bu sıfatla anılan tek kişidir.
Ali gibi er gelmedi cihâne,
Oʼna da buldular bin bir türlü bahane.
(Derviş Ali)
O, Hz. Muhammed’in övgüsüne mazhar olmuş bir sahabedir. Hz. Peygamberin amcasının oğlu ve damadıdır. “Ben kimin dostu isem, Aliʼde onun dostudurˮ, “Ya Ali! Sen dünyada da ahirette de benim kardeşimsinˮ, “Her Peygamberʼin nesli kendisinden, benimkisi ise Aliʼden olacaktırˮ hadisleri Hz. Ali’nin Hz. Peygamber tarafından ne kadar sevildiğini göstermektedir. Ayrıca yine “Ben ilmin şehriyim, Ali ise kapısıdırˮ, “Ben kimin mevlası isem Aliʼde Oʼnun mevlasıdırˮ, “Ali bendendir, ben Aliʼdenimˮ, “O, benden sonra inananların velisi/vasisidirˮ, “Aliʼyi seven beni sever. Beni seven ise Allahʼı severˮ, “Ali’ye buğz eden bana buğz eder, bana buğz eden ise Allah’a buğz eder”, “Aliʼnin canı benim canımdır. Bedeni benim bedenimdir. Kanı benim kanımdır. Ruhu benim ruhumdurˮ “Ali benden sonra müminlerin önderidirˮ, “Ali ve ben aynı ağaçtanızˮ, “Ali Hak iledir ve Hak da Ali iledirˮ gibi hadisler onunla ilgili Peygamber Efendimizin en bilinen hadislerinden bazılarıdır.
Hz. Peygamber, Hz. Aliʼyi sadece övmekle kalmamış, kendisinden devam edeceğini söylediği nesli olan Ehl-i Beytʼini, Kurʼânʼla birlikte miras bırakmıştır: “Size uyduğunuz takdirde benden sonra asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum. Kurʼân-ı Kerim ve Ehl-i Beytʼim. Bu iki şey, Cennetʼte Kevser havuzunun başında bana gelip (hakkınızda bilgi verinceye kadar) birbirlerinden ayrılmayacaklardır.”
Hz. Ali, Hz. Muhammed (sav)ʼe Peygamberlik verildiği zaman, Hz. Haticeʼden önce Oʼna ilk inanan ve Oʼnunla birlikte ilk namaz kılan kimsedir. Mekke müşriklerinin Hz. Peygamberʼe ve Müslümanlara baskısı ve eza-cefası had safhaya ulaşıp sonunda Hz. Peygamberi öldürmeye karar verdiklerinde, Hz. Peygamber Yesribʼe (Medine) Hicret etmeye karar verdi. Hz. Aliʼyi kendini öldürmeye gelecek müşrikleri oyalamak ve yokluğunu gizlemek maksadıyla kendi yatağında bırakarak, gizlice, Hz. Ebu Bekirʼle birlikte Hicret etti. Hz. Ali de geceyi Oʼnun yatağında geçirmiş ve yokluğunu başarıyla gizlemiştir.

Daha sonra da Hz. Peygamberin emanetlerini sahiplerine iade edip yine onun emri uyarınca Resulullahʼın kızı Hz. Fatıma, kendi annesi Fatıma ve yanındakilerle Medineʼye Hicret etmiştir.
“Hak-Muhammed-Aliˮ üçlüsünde üçüncü sırada bulunan “Aliˮ, belirtmek gerekir ki Alevi edebiyatının merkezi kavramlarından birisidir. Hicretten sonra Mekkeli Müslümanlarla Medineli göçmenler arasında yapılan “kardeşlik akdiˮ sırasında Peygamber Oʼnu kendisiyle “kardeşˮ ilan etmiştir. Hiç şüphesiz Alevi kaynaklarında Hz. Ali tasavvuruyla ilgili karşımıza çıkan hâkim anlayış, Ona velâyet atfedilmesi yönündedir.
Türk Edebiyatının dönem romanları olarak adlandırabileceğimiz “Kerbela Üçlemesi” adlı roman serisini kaleme alan Araştırmacı-Yazar Sayın Ahmet Turgut’da Âşkın Şehidi adlı eserinin muhtelif pasajlarında Hz. Ali Efendimizi, Hz. Hüseyin’in dilinden şu satırlarla anlatmaktadır:
Hatırlayın! Kitabın Fetâ, dediği İbrahim Nebi mabettekileri tek tek kırdığında baltasını en yüce sayılan putun boynuna asıp oradan çıkmıştı. Ceddim Halilullah son putu kırmayarak onu Dedem Habîbullah’ın uhdesine bıraktı. Babam Ali omuzlarına çıkması için Resûllah’ın önü sıra eğildi. O son putu indirmesine yardım etmek istiyordu. Oysa Resûl omuzuna çıkarken otuz yaşındaki o yiğit Ali yıkılıverdi. Dayanamıyordu. Yeniden denediler yine olmadı. Dede; “Sen Nübûveti taşıyamazsın ey Ali” diyordu: “Sen çık benim omzuma!”
Resûlullah o gün başputu İmam’ın devirmesini istemişti, hem de bir Nebi’nin omuzlarındayken. Babam hicap ederek duraksadı. Allah’ın Elçisi yineledi: “Omzuma çık ya Ali!”
Babam yapamıyordu, utanmıştı. Dedem üçüncü kez aynı istekte bulunduktan sonra; “Emir, edepten üstündür ey Ali! Omzuma çık ve onu devir!” buyurdu. Babam Ali artık kaçınamayacağı bir işin içindeydi. Allah’ın Evinde Âlemlere Rahmet olan Nebinin omuzladığı kul daha evvel hakkında defalarca; “Onun gibi Fetâ yoktur!” buyurulan Ali’ydi. Otuz yıl önce Kâbe’nin içinde gözlerini dünyaya açmıştı. Ve şimdi doğduğu Evdeki son pislikte yok edilmek üzereydi. Sadece Allah Dostlarından bir Dost değildi Ali… O; Şâh-ı Velâyet’ti. İmâmetin Başı ve Kevserin Eşiydi.
Her Her vakitte ve her gönülde kırılması gereken o kadar çok put vardı ki; bu iş Son Nebinin ardınca da devam edecekti. Resûlullah bunun için adları bile konamayan sinsi putları kırmayı izinden gelen Vârislerine havale etti. Ta kıyâmete değin her devrin putlarını kıracak Allah Dostlarına selam olsun! (s. 102-103).
Peygamberliğin Hz. Muhammedʼle sona ermesiyle, velâyet ve imamet devri başlamaktadır. Bu velâyetin de ilk varisi Hz. Aliʼdir. Bundan dolayı Hz. Aliʼye “Şâh-ı Velâyetˮ unvanı verilmiş ve “birinci imamˮ olarak tanınmıştır. Onun soyundan gelenlerde sırasıyla “imamˮ olmuşlardır.
Aleviliğin geleneksel kitapları ve deyişlerinde Hakk ve Muhammed ile birlikte en fazla işlenen şahsiyet Hz. Aliʼdir. Alevilerce, Hz. Aliʼnin doğum günü olarak kabul edilen 21 Mart, “Sultan Nevruzˮ olarak adlandırılır ve ibadetlerle, törenlerle anılır. Oʼnun Hz. Muhammedʼle birlikte anıldığı Şâh Hatayiʼnin bir deyişi de şu şekildedir:

Sufi mezhebim nesin sorarsın,
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz,
Gözlüye gizli yok ya sen ne dersin,
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz.

Eğnimize kırmızılar giyeriz,
Halimizce her manadan duyarız,
Katarda İmam Caferʼe uyarız,
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz.

Her kimin ki çerağın Hak yakar,
Mümin olanları katara çeker,
Aslımız Oniki İmamʼa çıkar,
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz.

Şâh Hatayiʼm eydür Muhammed Ali,
Onlardan öğrendik erkânı yolu,
Ali Muhammedʼdir, Muhammed Ali,
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz.
İşte tarihsel bir izahın özeti olarak anlatmaya çalıştığımız Hz. Ali Efendimizin, dünyayı şereflendirdiklerine inanılan bu güne, Alevi toplumu “Sultan Nevruz” demekte ve bugünü tıpkı Gadir Hum gibi Velâyet Bayramı olarak kutlamaktadırlar. Unutulmamalıdır ki Velâyet Kapısının sahibi İmam Ali’nin ve onun kutlu nesli olan On İki İmam Efendilerimizin nurları cümle âlemde her dem diridir. Bu nedenle Alevi toplumu, Hazreti Ali’ye en çok da “Haydâr-ı Kerrar” hitabıyla seslenir. “Hayy” diriliktir, “Dar” ise kapı veya eşik. Onun için “Dirilik Kapısına” talip olanlar ölmezler. Hz. Ali, gönüldeki putları kıran eşsiz bir kahraman ve Sahib-i Zülfikâr’dır. Yeter ki gönül o gönül olsun ki İmam Ali’ye layık kalsın. Mehmet Ali Hilmi Dedebabanın dizeleri de bu izahın ispatı değil midir? “Tuttum ayineyi yüzüme, Ali göründü gözüme…” Gönlünde Ali olanın gözünde Ali olmaz mı, Ali gibi cihana bakmaz mı?
Sultan Nevruzun mübarek olsun, İmam Ali Efendimizin hayır-himmetleri hepimizi kuşatsın, İmam Ali’den nasipsiz ömürler yaşamayasınız, cümlenize Âşk olsun!..