Atatürkçü Düşünce Derneği.
Değerli bir dostun ricası ile ADD'deki davete birlikte gittik.
Genel başkan, başkan yardımcısı ve diğer yöneticiler.
Her biri kendi alanın da saygın yöneticiler.
Bir o kadar değerli dinleyici.
Vatandaş.
Birçok konuda iyi düşünceler anlatıldı.
Kısa da olsa.
Atatürk, Kemalizm, sosyal devlet, laiklik, demokrasi, kadın, ulusal devlet ve eğitim.
Hepsi çok güzel.
Tabi eğitim denince.
Sorun geldi anadilde eğitim ve doğal olarak Kürt sorununa bağlandı.
Genel bir giriş ve anlatımdan sonra;
Sormak istediğim bazı sorularım oldu ama zaman darlığında dolayı vazgeçtim.
Ama özellikle Kürt sorunu, anadilde eğitim, ulusal devlet gibi temel sorunlardaki yaklaşımları şu anki iktidarın yaklaşım ve yorumları ile aynı.
Yani “iki kere iki dört eder”i, hangi taraftan da okusan sonuç aynı oluyor ya, bu da öyle.
Fazla söze gerek yok.
Anlatım, yaklaşım ve o yorumlarda çıkan sonuç.
Tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek vatan sloganının başka taraftan okunmasıydı.
Yani; biz de bunu kabul ediyoruz.
Ama onların -iktidarın- söylediği gibi değil.
Aslında bu konularda fikirlerimiz aynı ama durduğumuz yer farklı.
Onlar -iktidar- açık ve net olarak bağıra bağıra, herkesin gözünün içine baka baka söylüyor.
Biz usul usul.
Kendi aramızda konuşuyoruz!
Her ne kadar 1920 ve 1924 anayasalarına atıfta bulunarak bunu yasal bir zemine oturtmaya çalışıyorlarsa da inandırıcı, ikna edici olmaktan o kadar uzaklaşıyorlar.
Çünkü o günün koşulları ve her iki anayasanın hazırlanış şekli günümüz koşulları ile kıyaslanamayacak kadar farklı.
Üstelik atıfta bulunan bey efendinin kendisi de hukukçu!
Genel başkanın -Hüsnü Bozkurt- dile getirdiği gibi.
Atatürk,
“Eğer bir gün benim fikirlerim bile bilimle ters düşerse siz bilimi tercih edin." diyordu.
Tartışılmayacak kadar çok doğru.
Aradan neredeyse yüz yıl geçmiş.
Sadece bilimde değil, hayatın her alanında bilime bağlı olarak her şey, ama her şey değişmiş.
Kendileri bile!
Şu gerçeği her Kürt, her Türk vatandaşı eşit bir şekilde zaten yaşıyor.
Özellikle dil ve kültürde yaşanan asimilasyonu.
Hem de birilerinin itmesi, dayatması, zorlaması ile değil.
Bizzat her iki halkın bilerek, isteyerek ve en önemlisi de içselleştirerek.
Ama.
Bunlardaki bu hassasiyet hala aynı.
Neden acaba?