Yaşam

12 Eylül 1980 Askeri Darbesi: Türkiye'nin Karanlık Dönemi ve Demokrasiye Vurulan Darbe

12 Eylül 1980 askeri darbesi, Türkiye’nin demokrasi tarihine kara bir leke olarak kazındı. Binlerce insanın gözaltına alındığı, işkencelerden geçirildiği ve idam edildiği bu dönemde, anti-demokratik uygulamalar ve dış bağlantılar darbenin karanlık yüzünü gözler önüne seriyor.

Abone Ol

12 Eylül 1980, Türkiye Cumhuriyeti tarihine bir dönüm noktası olarak kazındı. Türk Silahlı Kuvvetleri, dönemin siyasi istikrarsızlığı ve artan toplumsal çatışmaları gerekçe göstererek yönetime el koydu. Ancak, bu darbe sadece hükümetin devrilmesiyle kalmadı; Türk demokrasisi, insan hakları ve özgürlükler açısından ağır bedeller ödendi. Olayların ardından yaşanan idamlar, işkenceler, fişlemeler ve anti-demokratik uygulamalar, ülkenin siyasal ve toplumsal dokusunu derinden sarstı.

Darbenin Gerekçeleri ve Olaylar


12 Eylül 1980 sabahı, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve kuvvet komutanları tarafından başlatılan askeri darbe, ülkenin dört bir yanında sıkıyönetim ilan edilmesiyle sonuçlandı. Darbenin gerekçesi olarak; sağ-sol çatışmaları, artan terör olayları, siyasi suikastlar ve ekonomik istikrarsızlık gösterildi. Ancak, bu gerekçeler askeri yönetimin gerçek amacını gizlemeye yetmedi. Darbenin asıl hedefi, dönemin siyasal düzenini köklü bir şekilde değiştirmek ve iktidarı tamamen askerlerin kontrolüne almaktı.

TBMM feshedildi, siyasi partiler kapatıldı ve tüm siyasi liderler, Süleyman Demirel'den Bülent Ecevit'e kadar, tutuklandı ya da göz hapsine alındı. Binlerce kişi gözaltına alınarak cezaevlerine gönderildi. 1980-1983 yılları arasında, 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi ve 230 bin kişi siyasi nedenlerle yargılandı.

İdamlar ve İşkenceler: İnsan Hakları İhlallerinin Zirvesi


Darbe sonrası oluşturulan askeri mahkemeler, kısa sürede yüzlerce kişiyi yargılayarak ağır cezalara çarptırdı. 12 Eylül rejimi, 50 kişinin idam edilmesine yol açan yargılamalar gerçekleştirdi. İdam edilenlerin çoğu, dönemin genç solcu ve sağcı militanlarıydı. Bunlar arasında solcu genç Erdal Eren ve sağcı militan Mustafa Pehlivanoğlu, darbenin sembol isimlerinden oldu. İdamlar, toplumda derin yaralar açarken, hukukun üstünlüğü ilkesi ciddi şekilde zedelendi.

Darbe döneminde işkence, cezaevlerinde rutin bir uygulama haline geldi. Mamak, Diyarbakır, Metris ve Sağmalcılar Cezaevi gibi yerlerde binlerce insan ağır işkencelerden geçirildi. Dayak, elektrik şoku, Filistin askısı, falaka gibi insanlık dışı yöntemler kullanıldı. Cezaevlerinde yaşanan işkenceler sonucu yüzlerce kişi hayatını kaybetti ya da sakat kaldı. İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) verilerine göre, bu dönemde cezaevlerinde kötü muamele ve işkence nedeniyle 171 kişi hayatını kaybetti.

Fişlemeler ve Anti-Demokratik Uygulamalar


Askeri yönetim, ülkede adeta bir polis devleti kurdu. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi; bu fişlemeler sonucunda yüz binlerce insanın geleceği karartıldı. Kamu kurumlarında çalışmak isteyenlerin fişleri kontrol ediliyor, fişli olanlar işe alınmıyor veya görevlerinden uzaklaştırılıyordu. Üniversitelerden, sendikalardan, basın yayın organlarına kadar geniş bir yelpazede sansür ve baskı mekanizmaları işletildi.

1982 Anayasası, darbe yönetiminin kontrolünde hazırlandı ve askeri yönetimin gölgesinde halkoyuna sunuldu. Bu anayasa, darbenin ruhunu yansıtan, bireysel hak ve özgürlükleri sınırlayan ve devletin otoriter yapısını güçlendiren maddeler içeriyordu. Ayrıca, Milli Güvenlik Konseyi'nin (MGK) anayasal bir kurum haline gelmesi, askerlerin siyaset üzerindeki etkisinin kalıcı olmasına yol açtı.

Darbenin Dış Bağlantıları ve Uluslararası Boyutu


12 Eylül Darbesi'nin sadece iç dinamiklerle değil, aynı zamanda dış faktörlerle de bağlantılı olduğu iddiaları gündeme gelmiştir. Soğuk Savaş’ın etkisi altında, Batı bloku, özellikle Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye'de yaşanan bu askeri müdahaleye kayıtsız kalmadı. Darbe öncesi dönemde Türkiye'deki sağ-sol çatışmalarının ve siyasi istikrarsızlığın Batı tarafından endişeyle izlendiği biliniyordu.

Darbe sonrası ABD'nin Ankara Büyükelçisi Paul Henze’nin dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter’a, "Our boys have done it" (Bizim çocuklar işi bitirdi) dediği iddiası, Türkiye’de askeri müdahalenin ABD ile bağlantısını güçlendiren bir argüman olarak sıkça dile getirildi. ABD'nin, NATO'nun güney kanadında yer alan Türkiye'de komünizm tehlikesine karşı, askeri müdahaleyi bir denge unsuru olarak gördüğü düşünülmektedir. Bu bağlamda, Türkiye'deki askeri yönetim, ABD'nin Soğuk Savaş stratejilerine uygun bir çizgide hareket etmiş ve siyasal İslam'ın önü açılarak, sol hareketler bastırılmıştır.

Sonuç ve Miras


12 Eylül 1980 Askeri Darbesi, Türkiye'de demokrasinin, insan haklarının ve özgürlüklerin askıya alındığı bir dönemin başlangıcı oldu. Darbe sonrasında yaşanan idamlar, işkenceler, fişlemeler ve anti-demokratik uygulamalar, Türkiye'nin siyasal ve toplumsal hayatında derin yaralar açtı. Bu dönemde, siyasal İslam'ın güçlendirilmesi, Cumhuriyetin temel değerlerinin aşındırılması ve sol muhalefetin tasfiyesi, darbenin en önemli mirasları arasında yer aldı.

Bu acı tecrübeler, Türkiye'nin demokrasi mücadelesinde önemli dersler barındırmaktadır. 12 Eylül darbesinin karanlık mirası, bugün bile toplumsal hafızada derin izler taşımakta ve demokrasinin ne denli kıymetli olduğunu her fırsatta hatırlatmaktadır. Bu sebeple, geçmişin bu karanlık dönemlerinden alınan derslerle, gelecekte demokratik değerlerin korunması ve güçlendirilmesi büyük önem taşımaktadır.